Cenab-ı Hak, insanı muhteşem cennetlere davet ediyor. Bu davete icabet edebilmesi için, kulun da mükerrem olması lâzım. Mükerrem olabilmesinin temel şartlarından biri de; hayatının her safhasını, Kitap ve Sünnet muhtevası içinde devam ettirmesidir. Bir Müslüman’ın, asla yabancı kültürlere kapılmaması gerekir. Eğer kapılırsa şahsiyet ve karakteri zedelenmiş olur. Velhâsıl bir Müslüman, her zaman ve mekânda; İslâm’ın vakarını, şahsiyet ve karakterini temsil etmekle mükelleftir.
Bugün ise globalleşmenin çok menfi bir neticesi olarak, İslâm âleminde ve ülkemizde maalesef seküler dünyaya benzeyişler, meyledişler ve hayranlıklar var. Televizyon ve internetteki menfi programlar, şahsiyetsizleştirici modalar ve çirkinliği süsleyen reklâmlar, maalesef insanımızı gayr-i müslimleri taklide özendiriyor ve bu da ağına düşürdüğü kişilerin şahsiyetlerini mahvediyor.
Hicretin altıncı yılında; Peygamberimiz ashâbıyla beraber, umre niyetiyle Mekke’ye doğru yola çıktı. Fakat müşrikler Kâbe’yi ziyarete mâni oldular. Müslümanlar Hudeybiye’de beklerken Hazret-i Osman (ra), Peygamber Efendimizin elçisi olarak Mekke’ye gitti. Müşriklere; niyetlerinin sadece umre yapıp dönmek olduğunu anlattı. Müşrikler izin vermediler. Akrabaları ise Hazret-i Osman’a, şayet istiyorsa yalnızca kendisinin Kâbe’yi tavaf edebileceğini söylediler. Osman (ra) ise, Allah Rasûlü’ne olan sadâkatini tescilleyen şu muhteşem cevabı verdi:
“Hazret-i Peygamber Kâbe’yi tavaf etmedikçe ben de edemem! Ben Beytullâh’ı ancak O’nun arkasında ziyaret ederim. Allah Rasûlü’nün kabul edilmediği bir ibadette bile ben yokum!..”(Ahmed, IV, 324)
İşte ashâbın müstesna hâli:
“Bir işte Allah Rasûlü varsa varım, O (sav) yok ise yokum!”
Necip Fazıl, bu güzel hâli şöyle ifade eder:
“Müjdecim, kurtarıcım, efendim, Peygamberim,
Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!”
Hadis-i şerifte buyrulur:
“Kişi, sevdiğiyle beraberdir.”(Buhârî, “Edeb”, 96)
Bugün hayatlarımızı, Rasûlullah(sav)Efendimiz ve ashâb-ı kirâmın hayatıyla mizan etmemiz gerekmektedir.
Hayatlarımızda, ibadetlerimizde, muamelatımızda, evimizde ve işyerimizde, Allah Rasûlü var mı? Yani O’nun sünneti var mı?
Yaşayışlarımız, mekânlarımız, hâllerimiz, kılık kıyafetlerimiz, kazançlarımız, çarşımız, pazarımız, düğünümüz, derneğimiz Allah ve Rasûlü’nün ölçülerine ne kadar mutabık?
Yoksa kimin ve kimlerin ölçülerine uymakta? Şahsiyetimiz, Fahr-i Kâinat Efendimizeittiba hâlinde değilse, kimleri taklit hâlinde?
Kimle beraberiz?
Câlib-i dikkat bir husustur:
Namazda iki rekât üst üste aynı zamm-ı sure okunsa, bir kerahet işlenmiş olur. Fakat bütün namazların her rekâtında Fatiha-i şerifeyi okumamız ise mekruh değil, bilâkis vaciptir. Öyle ki, bir insan Fatiha’yı kasten okumadan, Kur’an’ı hatmetse, yine namazını iade etmesi gerekir.
Demek ki; Fatiha’da öyle mesajlar var ki, her gün her fırsatta tekrar tekrar gönlümüze zerk etmemiz gerekiyor.
Fatiha’nın özü, “istikamet duası”dır. İstikamet; dosdoğru gidiş, Kitap ve Sünnet muhtevasında bir hayat demektir. Bu duanın sonunda, müspet ve menfi tarihî topluluklar örnek gösterilir ve istikamet niyazımız müşahhas hâle getirilir:
Nimet verdiklerinin (yani; peygamberler, sıddiklar, şehitler ve salihlerin) yoluna bizi eriştir.
Gazabına uğrayanların ve dalâlete düşenlerin hâlinden, yani hak yoldan sapanların yolundan ise bizi muhafaza eyle!
Gazaba uğrayanlar, dalâlete düşenler kimlerdir?
Başta Yahudi ve Hıristiyanlar olmak üzere, bütün ehl-i küfür ve ehl-i dalâlettir.
Bir mümin hiç unutmamalıdır ki;
İslâm muhteşemdir, mükemmeldir ve ekmeldir. Diğer hiçbir sisteme ihtiyacı yoktur. Geçmiş dinlere de ihtiyacı yoktur. Çünkü Kur’an-ı Kerim’in indirilişi ve Hazret-i Muhammed Mustafa(sav)Efendimizin âlemlere rahmet olarak gönderilişinden itibaren, yeryüzünde yegâne hak din İslâm’dır. Hiçbir tahrife uğramamıştır.
Cenab-ı Hak, insanı muhteşem cennetlere davet ediyor. Bu davete icabet edebilmesi için, kulun da mükerrem olması lâzım. Mükerrem olabilmesinin temel şartlarından biri de; hayatının her safhasını, Kitap ve Sünnet muhtevası içinde devam ettirmesidir.
Bir Müslüman’ın, asla yabancı kültürlere kapılmaması gerekir. Eğer kapılırsa şahsiyet ve karakteri zedelenmiş olur.
Velhâsıl bir Müslüman, her zaman ve mekânda; İslâm’ın vakarını, şahsiyet ve karakterini temsil etmekle mükelleftir.
Günümüzde maalesef televizyon ve internetin bazı kandırıcı ve ahireti unutturan çıkmaz sokakları, reklâm ve modalar insanları gaflete duçar etmektedir.
Şu ayet-i kerimelerde, cehenneme düşüren hususlardan birinin, gaflete dalanlarla dalıp gitmek olduğu bildirilmiştir:
“Cennetlikler mahşerde cehennemliklere sorarlar:Sizi sekar cehennemine (yakıp kavurucu ateşe) sürükleyen nedir?Onlar da şöyle cevap verirler:Biz namaz kılanlardan değildik.Yoksulu da doyurmazdık. (Yani merhametsizdik, yalnız kendimizi düşünürdük.)(Gaflete) dalanlarla birlikte biz de dalardık. Hesap gününü (ahireti) de yalan sayardık. (Fakat) sonunda ölüm gelip çattı!”(Müddessir, 74/42-47)
Bir mümin, bir gayr-i müslim ile komşuluk, alışveriş gibi bir sebeple, zahiri bir tanışıklık içinde olabilir. Ancak bunda kalbî bir muhabbet olmaz. Gayr-i müslimlerin hukukuna dikkat eder, onlara adalet gösterir, onların hidayeti için gayret eder, fakat onlara asla muhabbet ve hayranlık beslemez. Onları taklit etmez, hâllerine özenmez.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız