Bütün bu felaketler ve hastalıklar elbette hepimizi üzüyor ve endişelendiriyor. Tabii ki birinci derecede üzülenler ve etkilenenler doğrudan zarar görenler oluyor. Ama kimsenin kendini güvende hissetmesi mümkün değil. Yarın bir başka felaketin bizi de vurmayacağını, ortalıkta dolaşan hastalık virüsünün bize de misafir olmayacağını iddia edemeyiz. Bütün bu olaylar karşısında en başta fert, sonra toplum, sonra da insanlık olarak kendimizi sorgulamamız gerekiyor.
Son yıllarda arka arkaya gelen afetler ve salgınlar bütün insanlığı bir şekilde etkiledi. Bu afetler ve salgınlar dünya ekonomisinin de olumsuz bir şekilde etkilenmesine neden oldu. Dünya genelinde enflasyon oranlarında artış oldu. Bazı ürünlerin fiyatları aşırı derecede arttı. Bütün bu felaketler ve doğan sonuçları fırsat olarak değerlendirenlerin sebep olduğu ekonomik problemler ve krizler karşısında insanlığın yeniden toparlanmaya ihtiyacı var.
Dünya hayatı geçici olduğu gibi aynı zamanda bir sınavdır. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de bu hayatın sınav özelliğini şöyle vurgular: "Hanginizin amelinin daha güzel olduğu konusunda sizi denemek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur. O yücedir, bağışlayandır." (Mülk, 67/2)
Bu imtihan hayatında gelebilecek afetler hakkında da Kur'an-ı Kerim'de şöyle örnek verilir: "Dünya hayatının örneği, gökten indirdiğimiz ve onunla insanların ve hayvanların yediği bitkilerin birbirine karıştığı suya benzer. Sonuçta yeryüzü güzelliğini alıp süslendiği, sahiplerinin de artık bunları toplayabileceklerini sandıkları sırada gece veya gündüz emrimiz gelir; böylece bir gün önce hiç yokmuş gibi onların tümünü biçilmiş hale çeviririz. Düşünen topluluk için ayetlerimizi işte böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz." (Yunus, 10/24) Bundan dolayı dünya hayatının korku ile ümit arasında yani beyne'l-havfi ve'r-recâ olması gerekir. Hiç kimse kendini tüm musibetlerden, felaketlerden ve afetlerden güvende göremeyeceği için hem dünyevi felaketlere, hem de bu dünyadan göçüp gitmeye hazırlıklı olması ama devam eden hayattan da kopmaması, yaşamanın zaruretlerini göz önünde bulundurması gerekir. Asıl hedef ise ebedi hayattır.
Bu şekilde bir imtihan merhalesi olarak tanımlanan dünyada insanlık, tarih boyunca oldukça büyük ve sarsıcı felaketler yaşamıştır. Bunlardan bazılarının insanların taşkınlıklarının cezası olduğu Kur'an-ı Kerim'de bildirilir. Ancak bazen de insanlar geçirdikleri sınav icabı ve yaratılan âlemde kurulan ilahî sünnete binaen büyük afetlere maruz kalmışlardır. Bu afetlerden ibret almaları, ders çıkarmaları kâinat üzerindeki mutlak güç ve hâkimiyetin Allah'a ait olduğunu, insanın her ne kadar buluşlar gerçekleştirse, teknolojiyi geliştirse de yine acziyet içinde olduğunu bilmesi gerektiği sonucuna götürür.
Fakat Yüce Allah kendi mutlak hâkimiyet ve gücüne bağımlı olarak insana da dünya hayatında bir güç ve imkân vermiştir. Yaşanan, tecrübe edilen afetlerden ders çıkararak benzerlerine karşı önceden hazırlıklı ve tedbirli olması için ona akıl ve irade gücü vermiştir. Çoğu zaman fertlerin güçleri büyük felaketlere karşı önceden hazırlıklı olmak, engelleri aşmak ve tehlikeleri önlemek için yeterli olmaz. Dolayısıyla küçük güçleri bir araya getirerek büyük güç oluşturmak; bu da bir işbirliği, dayanışma ve disiplini gerektirir. İnsanlık, tarihinde bunu da anlamış ve aileden devlete doğru muhtelif yapılanmalar oluşturmuştur.
Yüce Allah, dünya üzerinde bir tabii nizam kurmuştur. Bu nizam üzere zaman zaman depremler, sel felaketleri yahut insanların hatalarından kaynaklanan afetler yaşanabilir. Bu felaketlerin ve afetlerin her zaman ilâhi cezalandırma olarak değerlendirilmemesi isabetli değildir.
Tabii afetlerin ilahi cezalandırma olarak değerlendirilmesinde genellikle Kur’an-ı Kerim’de geçen cezalandırma kıssalarına kıyaslama yapılmaktadır. Oysa o olayların cezalandırma olduğu hakkında açık deliller vardır. Ama tabii afetler zikrettiğimiz üzere ilâhi sünnete göre gerçekleşen hadiselerdir. Çünkü Yüce Allah dünyayı ebedi hayat mekânı kılmamıştır. Burası bir geçiş ve imtihan mekânıdır. Dünyadaki afetler ve felaketler ilahi uyarılardır.
İnsan kendi başına gelen musibetler hakkında kendini sorgulasın. Ama başkalarının başına gelenler hakkında hüküm verirken aceleci davranmasın. Çünkü burada bir itham var. Ders çıkarmayı, ibret almayı yeterli görüp Allah’a dua ve niyazda bulunmayı tercih etsin.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız