Malın en değerli olanından infakta bulunulmalıdır. Eğer yalnızca elden çıkarılmak için bir mal infak edilmişse, bunun Allah (cc) katında fazla bir değeri yoktur. Çünkü böyle bir infakın insanı, iyiliğin ve hayrın kemal noktasına ulaştırması mümkün değildir. Buna göre infakta bulunulan mal ne kadar değerli ise, infakta bulunan kişi o ölçüde sevap kazanır ve Allah (cc) katında yüksek dereceye erişir.
Allah yolunda inanarak ihlâsla yapılan infak; dünyaperest olmaktan, putperest olmaktan kurtulmaktır. İnfak, Allah'ın hoşnutluğunu kazanma yolunda kendi emeğinden, alın terinden hak sahiplerine (muhtaçlara) severek vermektir. Unutmayalım ki; zekât, dinen zengin sayılanlara; cömertlik ve infak ise zengin-fakir her mümine ilâhî bir emirdir.
İnsanın ruhunu saran-sarmalayan "Rabbana hep bana" benciliğinden akıp gelen cimrilik duygusu, başlı başına bir puttur. Bu putu kırmanın, bu putun esaretinden kurtulmanın çaresi, mümin kulun sahip olduğu servetinde fakir fukaranın da hakkı olduğunu idrak edip infakta bulunmasıdır. Kur'an'da sadece üç şey "Allah yolunda" (fî sebilillah) kaydı düşülerek emredilir: Cihad, hicret, infak. Cihad, hicret nasıl birer ibadet iseler, infakta öyle bir ibadettir.
İnfak iman merkezli olup Müslüman'ın karunlaşmasını önlemekle beraber kendisine sorumluluk bilinci aşılar, merhamet damarlarını açık tutar, mala tapmayı engeller, toplumdaki gelir dengesine yardımcı olur, kalplerin ülfetini çoğaltır. Kur'an'ın ana konusunu teşkil eden tevhid ve Allah'a ibadetle birlikte ana-babaya iyilik etmenin devamında, insanı istenen hedefe ulaştıracak iyi işler cümlesindendir. İnfak duygusu, insandaki ulvi hislerin harekete geçmesinin, nefsin tezkiyesinin, zihin ve gönlün hakikate açılmasının ve böylelikle insan-ı kâmil olmanın değerli vesilelerindedir. Fakat dünyevileşme ve bireyselleşmenin hayatı kuşattığı, vahdet şuurunun örselendiği, tüketimin kendini ifade biçimi olarak görüldüğü, maddiyat düşkünlüğü, güç ve çıkar tutkusunun, özenti ve gösterişe dayalı hayatların öne çıktığı günümüzde; insanlığın sürüklendiği sonu gelmez arzu, istek ve ihtiraslar, infak ve yardımlaşmanın önündeki en zorlu engellerdir. İşte infak, bu dâhili engelleri aşmaktır.
İnfak; cüzdana değil vicdana değer vermektir. Rızık konusunda bütün endişelerden kurtulmaktır. Allah'ın hazinelerinin tükenmeyeceğine inanmış olmanın alâmetidir. İnfakın farz olanına zekât adı verilir. Zekât'ın ilk anlamı "artma ve çoğalma", ikinci anlamı "arı duru hale getirme"dir. Zekât'ın Kur'ani açılımı, "artmak ve arınmak için ödenmesi gereken bedeli ödemek" demektir. Rasyonel matematiğe göre 40'tan 1 çıkarsa 39, iman matematiğine göre 40'tan 1 çıkarsa 400 kalır. Zekâtı verilen malın artışı, budanan çubuğun üzümündeki artışa benzer. Bu artış meyvenin artışıdır ve buna "bereket" adı verilir. İnfakın nafile olanına fıkıhta sadaka adı verilir. Sadaka, "doğruluk, dürüstlük, sadakat" demektir. Zaten sadakaya da, kişi Allah'ın verdiği servet emanetine "mülkiyet" olarak değil "emanet" olarak bakıp onu paylaştığı için "sadaka" adı verilmiştir. Zira serveti paylaşmak, emanete sadakat, onu biriktirmek ve hasislik yapmak, emanete ihanettir. İşte infak içimizdeki mal tutkusu denilen putu kırmaktır. Rasûlullah (sav) Efendimiz; infakı ve ikramı öğrettiği gibi, onun adabını da öğretirdi. "Bir gün Âişe (ra), kokusu biraz değişmiş bir eti sadaka olarak vermek istemişti. Efendimiz(sav) ona; Kendin yemediğin bir şeyi mi tasadduk edeceksin?!." (Heysemî, Mecma?u'z-zevâid, 3/113) buyurdu.
Yine "Âişe Validemiz, Allah Rasûlünün hoşlanmadığı bir yiyecek hakkında; Ey Allah'ın Rasûlü, onu yoksullara verelim mi? diye sormuştu. Nebiyy-i Ekrem (sav): Onlara kendi yemediğiniz şeyleri vermeyiniz!" (Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, VI/105) buyurdular.
Rasûlullah Efendimiz; nail olunan nimetlerin israf ve pintilikten muhafaza edilerek, infak ile bereketleneceğini öğretti. Hazret-i Âişe (ra) şöyle anlatır:
"Rasûlullah (sav) bir gün eve girdi ve yere düşmüş bir ekmek parçası gördü. Hemen onu alıp sildi ve yedi. Sonra şöyle buyurdu: Ey Âişe! Nimete saygı göster. Eğer o bir kavmi terk edip giderse bir daha onlara geri dönmez." ( Sünen-i İbn-i Mâce, "Et?ime", 52)
Topluma örnek olan selef önderlerimiz insanlara kötü örnek olacak bir davranışta bulunmadıkları gibi, kendilerine helâl olan bazı şeyleri bile toplumun geneli onlara ulaşamama problemi yaşıyorsa o toplumun en garip, en fukara insanlarının yaşayabileceği bir hayattan asla vazgeçmemişlerdir. Hiçbir kimsenin imrenmeyeceği bir hayatın sahibi olmuşlardır. Toplumda hiç bir kimsenin komplekse girmesine izin vermemişlerdir. Bir hurmayla doyabileceklerse ikinci hurmayı asla düşünmemişler, helâl olduğu halde pek çok dünya nimetlerinden sarfı nazar etmişlerdir. Allah'ın razı olduğu bir hayatla bu dünyadan ayrılıp gitmişlerdir.
İnfak; Allah yolunda dünyalara sahip olsan da, hiçbir şeyin sana sahip olmasına, seni Rabbinden, dininden, din kardeşlerinden uzaklaştırmasına izin vermemendir
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız