Ä°slâm davetçisinin ve Ä°slâm'a hizmet gruplarının ya da odaklarının birçok noktada özrü olabilir. Fakat cehalet ve rekabet kaynaklı olarak Müslümanları parçalamak, bölmek, toplumun vahdetine aykırı davranmak gibi bir cinayeti iÅŸlemekte kesinlikle hiç bir özür söz konusu olamaz. Taassub, tefrika, cehalet, dünyevileÅŸme, mürailik, keyfe düÅŸkünlük, enaniyet, egemenlik ihtirası, ırkçılık, kavmiyetçilik, ümmet olmanın ve imandan kaynaklanan vahdetin önündeki en büyük engellerdir.
Ümmetsizlik ve Hilafetsizlik coÄŸrafi parçalanmışlığı, coÄŸrafi parçalanmışlıkta zihinsel dağınıklığı beraberinde getirmiÅŸtir. Asrımızda dünyayı yöneten ve mevcut gidiÅŸattan memnun olan bir avuç putçu azınlık, kendi egemenliklerini devam ettirebilmek için Müslüman kavimlerin sürekli kavgalı olmalarını, parçalanmış, bölünmüÅŸ halde kalmalarını zorunlu görmektedirler. Bu yüzden onları bilgiden, hikmetten, bilimden ve bilinçten uzaklaÅŸtırmak için küresel boyutta algı operasyonları ve sanal gündemlerle meÅŸgul etmektedirler.
Allah’ın arzında Allah’ın ipine tutunanlar, iman edenler, salih amel iÅŸleyip iyi iÅŸler yapanlar, sabredenler ve birbirlerine sabrı ve hakkı tavsiye edenlerin sosyal hayatta vazgeçilmezleri ümmet, hilafet ve vahdet olur. Åžunu bilelim ki; bir dinin yaÅŸanması, ona ait inanç, ibadet, ahlak ve muamelat esaslarına sahip çıkmakla mümkündür. Aksi halde inançta sapıklık, toplumda iftirak ve dağınıklık kaçınılmaz olur. Oysa "Allah bir kimsenin içinde iki kalp yaratmamıştır." (Ahzab, 33/4) ayet-i kerimesi, dini baÅŸka dünyası baÅŸka insanların, içinde bulundukları anlamsız ve anlaşılmaz hali, pek net bir ÅŸekilde reddetmektedir. Vahdet; tevhid-i kulübün tevhid-i ef’ale dönüÅŸmesidir.
Vahdetimiz, imanımızla mukayyettir. KardeÅŸliÄŸimizin sınırı, imanımızın sınırıyla doÄŸru orantılıdır. Ä°tikadda tevhid neyse, sosyal hayatta vahdet odur. Yani Ä°slâm’ın inanç yapısında Tevhid'in yeri ne ise, Ä°slam toplum yapısında da birliÄŸin (vahdetin) yeri odur. Tevhid olmadan inanç ve ameller herhangi bir kıymet ifade etmediÄŸi gibi, birlik/vahdet olmadan da Ä°slam toplumunda herhangi bir erdemin, huzurun ve güvenin yaygın bir ÅŸekilde hayat bulması mümkün deÄŸildir.
Vahdet kelimesi aynı zamanda "ümmet" sözcüÄŸü içerisinde mündemiçtir. Öyle ki, ümmet "ümm" kökünden olup "ana" anlamına gelen bir kelimedir. Ana, "toparlayan ve bir arada tutan"dır. Ümmet, nasıl ki aynı inancı ve akideyi taşıyan ve bu akidenin gereklerini yerine getirmek için eÅŸgüdümlü olarak aynı hedefe doÄŸru hareket halindeki topluluk oluyorsa, vahdet de hablullah etrafında birlik olmuÅŸ ve aynı hedefe doÄŸru senkronize bir ÅŸekilde yürüyen evrensel tevhid kervanı anlamına gelmektedir.
Ä°slâm’da imandan sonra ümmet, hilafet gibi, velâyet ve vahdette evleviyattandır. Allah’ın arzında bir vücudun azaları gibi birbirine duyarlı, bir binanın tuÄŸlaları gibi birbirine baÄŸlı ve bir tarağın diÅŸleri gibi yan yana olması gereken Müslümanlar maalesef hilafet-i ÅŸer’iyye’nin ilgasından sonra imamesi kopan tespih taneleri gibi dağılmışlardır.
Velâyetten vahdete, vahdetten ümmete yol gider. Velâyet ve vahdet hususunda hassasiyetleri olmayanların ümmet olmaları mümkün deÄŸildir. Ä°manımızdan kaynaklanan velâyetimiz ve vahdetimiz hiçbir engele feda edilemez. Rabbimiz ferman buyuruyor:
“Ve müminlerden iki grup savaşırlarsa, o zaman ikisinin arasını düzeltin. Fakat eÄŸer ikisinden biri diÄŸerine saldırırsa, o takdirde saldıran grupla Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın. Bundan sonra eÄŸer dönerse, böylece ikisinin arasını adaletle düzeltin, (onlara) adil davranın (diÄŸerine zulmetmeyin). Muhakkak ki Allah, adaletle davrananları sever. Müminler ancak kardeÅŸtir. Öyleyse kardeÅŸlerinizin arasını düzeltin. Ve Allah’a karşı takva sahibi olun. Umulur ki böylece siz rahmet olunursunuz.” (Hucurat, 49/9-10)
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız