Ä°kinci Dünya Savaşı sonrasında oluÅŸturulan küresel sistemin “soykırım” fenomeninden yararlanarak kurulmasına zemin hazırladığı “Ä°srail” isimli iÅŸgal devletinin yaptığı ilk iÅŸ soykırım yapmak oldu. En baÅŸta 1948 Savaşı’nda 800 bin civarında Filistinliyi fiili olarak savaÅŸa iÅŸtirak etmelerinden dolayı deÄŸil sadece Filistinli ve Arap olmalarından dolayı kendi öz yurtlarını terk etmeye zorladı. Tehcir politikasının baÅŸarılı olması için aynen Nazilerin metotlarını uyguladı. Filistinlilerin bazılarını öldürdükten sonra onların cesetlerini kamyonetlerin karoserlerine atıp dolaÅŸtırarak, diÄŸer Filistinlilere yaÅŸadıkları bölgeleri terk etmemeleri durumunda kendilerinin de böyle katledileceÄŸi yönünde tehditlerde bulundu.
Daha önce de iÅŸgal rejimiyle iliÅŸkilerini keserek onun Gazze’deki katliamlarına karşı tavır koyan ve deÄŸiÅŸik ÅŸekillerde tepkisini izhar eden Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Uluslararası Adalet Divanı’nda bu rejim aleyhine açtığı “soykırım” davası sadece siyonist soykırımcıları deÄŸil aynı zamanda küresel sistemin ve bu sistemin kumandasını ellerinde tutan çaÄŸdaÅŸ emperyalizmin soykırım ve uluslararası hukuk konusundaki samimiyetlerini, inandırıcılıklarını sorgulayıcı niteliktedir.
Normal bir savaÅŸta öncelikli hedefin her zaman karşı tarafın askeri mekanizması olması gerekir. Çünkü savaşın temel gayesi askeri üstünlük saÄŸlamaktır. Böyle bir gayenin gerçekleÅŸtirilmesi ise karşı tarafın askeri gücünün zayıflatılmasıyla, askeri mekanizmasının etkisiz hale getirilmesiyle mümkün olabilir.
EÄŸer bir askeri güç herhangi bir bölgeye silahlı müdahalede bulunur ve o bölgedeki silahsız toplulukları hedefine yerleÅŸtirirse onun savaÅŸ stratejisine göre deÄŸil toplu imha mantığına göre hareket ettiÄŸi, bir askeri üstünlük için deÄŸil belli bir topluluÄŸu dini, mezhebi, etnik veya ırksal kimliÄŸinden dolayı toptan maÄŸdur etmeyi amaçladığı anlaşılır. Buna da Ä°ngilizcede genocide Türkçede soykırım denmektedir. Arapçada ise bu anlamda El-Ä°bade El-Cema’iyye kavramı kullanılıyor. (Buradaki ibade kelimesinin ilk harfinin ibadet kelimesinin başındaki ayn deÄŸil elif olduÄŸunu ve imha etme anlamına geldiÄŸini hatırlatalım.)
Bir silahlı saldırıdaki yöntem ve uygulamanın genocide yani soykırım olarak adlandırılması için hedef alınan toplumun tümünün imha edilmiÅŸ olması gerekmez. Soykırım veya genocide kelimelerinin etimolojik kökenleri zihinlerde böyle bir çaÄŸrışım yaptırdığından belki bir topluluÄŸun sadece bir kesiminin imha edilmesiyle soykırımın fiili olarak gerçekleÅŸmiÅŸ olmayacağı önyargısı oluÅŸabilir. Ama hukuki açıdan bunun tanımlaması bir toplumun tümünü imha etmek deÄŸil dini, etnik veya ırksal mensubiyetinden dolayı herhangi bir toplumun bütün mensuplarını, askeri bir fonksiyonunun olup olmadığına bakmaksızın sadece “düÅŸman” ilan edilen topluluÄŸa mensubiyetinden dolayı silahlı saldırının hedefi haline getirmektir.
Uluslararası alanda genocide yani soykırım kavramı ağırlıklı olarak Ä°kinci Dünya Savaşı’yla birlikte hukuk dilinde kullanılmaya baÅŸlanmıştır. Bu da büyük ölçüde Nazilerin Yahudi katliamlarıyla irtibatlandırılmıştır. Ancak Nazilerin dini, ırksal veya etnik kimliklerinden dolayı toptan hedef aldığı tek topluluÄŸun Yahudiler olmadığı biliniyor. Naziler onların dışında da bazı toplulukları ırkçı tasfiye politikasıyla hedeflerine yerleÅŸtirmiÅŸ ve katliamlar gerçekleÅŸtirmiÅŸlerdir. Bununla birlikte Yahudi lobilerinin siyasi ve enformatik çalışmaları bu konuda onların seslerinin daha yüksek çıkmasına imkân saÄŸladığından, Yahudilere yönelik soykırımın daha çok gündem oluÅŸturması ve sorgulanması için diÄŸer topluluklara yönelik soykırım faaliyetleri tamamen gündem dışına itilmiÅŸ ve tarihe gömülmüÅŸtür.
BirleÅŸmiÅŸ Milletler (BM) teÅŸkilatının kurulmasında Ä°kinci Dünya Savaşı’nın sebep olduÄŸu felaketin tekrar etmemesi gayesinin önemli bir fonksiyonu olduÄŸu sürekli dile getirilmektedir. Galip ülkelerin egemenliklerini aynı zamanda küresel bir sisteme oturtma ve bu sistemin korunması için uluslararası düzeyde kurumsal mekanizma oluÅŸturma gayelerinin ise perde arkasında kalan önemli bir gaye olduÄŸunu gözden uzak tutmamalıyız. Bu itibarla galip ülkelerin politikalarını yönlendiren derin güçlerin siyasi tercihleri ve stratejik öncelikleri kurulan yeni küresel sistemin ÅŸekillenmesinde önemli rol oynadı.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız