Yeryüzüne halife olarak gönderilen insanoğlu, iman ile küfür arasında serbest bırakılmıştır. Yani insana seçme özgürlüğü demiş olduğumuz "irade" verilmiştir. Ama insanın bu iradesini kendi mutluluğu için kullanmasını sağlamak amacıyla da müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderilmiştir. İnsan ile tabiat arasındaki en büyük fark, işte bu seçme özgürlüğüne sahip olup- olmama yönüdür. Bütün kâinat toptan mümindir. İnsan ve cinler dışında hiçbir varlığın ilahi emre aykırı hareket edebilme yeteneği yoktur. Bununla birlikte insana kulluk görevini yerine getirebilmesi için bütün imkânlar verilmiş, sonsuzluklar diyarı olan ahirette hiçbir mazeretin kabul edilmeyeceği Kur'an-ı Kerim de açıkça ifade edilmiştir:
"Bütün bu elçileri, güzel haberlerin müjdeleyicileri ve uyarıcılar olarak gönderdik ki onların gelişinden sonra insanın Allah karşısında hiçbir mazereti kalmasın. Allah gerçekten güç ve hikmet sahibidir." (Nisa, 4/15)
Evet, insanın hiçbir mazereti ahirette kabul görmeyecektir. Yani hepimizin en çok yaptığı şey olan mazeret üretmek hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Önce kendi benliğimize sonra da içinde yaşadığımız topluma şöyle bir göz attığımızda maalesef yapamadığımız ya da yapmak istemediğimiz işlerle ilgili sürekli mazeret ürettiğimizi gözlemliyoruz.
Allah'a karşı yapmak zorunda olup ta yapmadığımız görevlerle ilgili mazeretlerimizin ahirette özür olarak kabul görmeyeceği gibi dünyada kendi işlerimizle ve insanlığa karşı sorumluluklarımızla ilgili mazeretlerimiz de bize hiçbir yarar sağlamayacaktır.
Mazeret üretmekten vazgeçmeliyiz. İyiliği yaymak, erdemli olmanın mücadelesini vermek nasip meselesi değil, talep meselesidir. Nasipleri dağıtan Allah, ezeli taksiminde bize insan olmayı nasip etmiş. İnsana akıl, irade ve vicdan lütfetmiş. Talep etmeyene erdemli olmak nasip olmaz. Erdemli olmayı "nasip meselesi" diye geçiştirmeye çalışanlar hasenatla yetinip, salihat için mücadele etmeyen pasif insanlardır. Böyle tipler görünmeyi önceleyen, emeğe değil, sonuca bakan, taklitçi ve sorunlu bireylerdir.
Bunun karşısında erdemli olmaya, her türlü iyiliği, hayrı ve infakı dünyaya yaymaya talip olanlar vardır. Bu tür şahsiyetler gıybet, haset ve iftiraya tevessül etmezler. Taklit etmek yerine tahkik ederler, kendileri için bir "yeter" noktası yoktur. Bilirler ki "yeter" diyen insan biter. Emek, gayret, zahmet ve sabırla takvanın ve erdemin mücadelesini verirler. Yük olmak, sorun çıkarmak yerine, yük almayı ve sorumluluk üstlenmeyi tercih ederler.
Kur'an'da yer alan yirmi beş peygamberimize kulak verdiğimizde onlardan hiçbir mazeret cümlesi işitmiyoruz. Efendimizin hayatına baktığımızda "kalk ve uyar" (Müddessir, 74/2) emrine muhatap oluşundan itibaren onun hiç durmadığını, yeryüzünün en kapsamlı iman hamlesini başlattığını ve kendisini iyiliği yaymaya adadığını gözlemliyoruz.
Ramazan ayını bir fırsat bilerek kendimizi murakabe edip kulluğumuz ile ilgili üretmiş olduğumuz ve Rabbimiz tarafından kabul görmeyecek olan mazeretlerimizi ortadan kaldırmalıyız. En fazla mazeret üretmiş olduğumuz konulardan biri de Allah'ın bizlere emanet etmiş olduğu dünyalık nimetlerden infaktır.
"Her birinize ölüm gelip, Rabbim! Ne olur bana azıcık daha süre tanısan da gönüllü yardımlarda bulunsam ve iyi kişilerden olsam! diye yalvarmadan önce size verdiğimiz rızıklardan başkaları için de harcayın." (Münafikun, 63/10)
Ayette ifade edildiği üzere fayda vermeyen pişmanlığı yaşamadan önce infak ahlakımızı gözden geçirmemize vesile olması duasıyla sizlerin huzuruna "Ramazan ve İnfak Ahlakımız" dosyasıyla çıkıyoruz.
Makaleleri ile elinizde ve gönlünüzde olmamıza vesile olan değerli yazarlarımıza teşekkürlerimizi arz ediyor, siz vefalı ve fedakâr okurlarımızı dergimizi baştan sona okumaya davet ediyoruz.
Şimdiden Ramazan-ı şerifinizi tebrik ediyoruz. Nisan sayımızda buluşmak duasıyla.