(sav) yirmi üç yıllık konuşmaları, olaylara tepkileri, örnekliğini oluşturduğu eğitimi olarak bize ulaştırılan kültürün bütününü aktaran hadisler, bizim açımızdan bir dindir. Dinimizin ayrıntılarını bu hadislerden öğrenmekteyiz. Zira Kur’an’ımız, bir Müslüman için yeterli olacak düzeyde ayrıntı ve izah getirmemiş, izah ve ayrıntıyı Peygambere (sav) yani onun hadislerine bırakmıştır.
Bizim için kâfirlerden İslam öğrenmişlerin ne dediği hiç de önemli değildir. Müslümanların Bağdat’taki medreselerinde hadis okuyarak âlim olmuş Zehebi’ler gerçek ölçüdür. Sahih olan her hadisi din kabul ederiz. Dinimizi de ilim için değil amel etmek için öğreniriz.
Allah Teâlâ’nın kullarına cennet yolunu göstermek için gönderdiği peygamberi Muhammed’in (sav) sözlerine HADİS denmektedir. Peygamber (sav) efendimiz, kendisinden sonrasına iki kaynak bırakarak gitmiştir. Bu kaynakların biri Kur’an diğeri de hadislerinden oluşan Sünnet’idir. Sünnet, bir manada hadislerin toplu olarak bulunduğu kültürün adıdır.
Müslüman’ın Sünnet’e bakışı, Rasulullah (sav) e bakışı gibidir. Sözün sahibi muteber ama sözü muteber olmayan bir durum çelişkidir. Bu çelişki ise imanla ilgili sıkıntılar oluşturur. Rasulullaha (sav) iman etmek ama onun sözlerini sıradan insan sözü gibi değerlendirmek nasıl mümkün olabilir?
Elimizdeki hadislere bakışımızı şu kurallar ölçüsünde ele alabiliriz:
1- Rasulullah (sav) efendimizin yirmi üç yıllık nübüvveti süresince sürekli kendisine inen Kur’an ayetlerini ve o ayetleri açıklayacak nitelikteki hadisleri (O’na ait sözleri) ashabına söylediği sabittir. Yirmi üç yıllık sürenin ardından büyük bir Kur’an ve Sünnet birikimi oluşmuştur. Bu hususta herhangi bir tartışmaya mecal yoktur.
2- Bizzat Rasulullah (sav)efendimiz, kendisine inen ayetleri ‘vahiy kâtipleri’ olarak bilinen sahabiler aracılığı ile yazdırdığı da bilinen bir gerçektir. Ancak hadisler için yani Kur’an dışında Peygambere (sav) ait sözler için bu yazılma gerçekleşmemiştir. Bizzat kendisi hadislerin yazılmamasını emretmiştir.
3- Kur’an ayetlerinin yazılması, hadislerin ise yazılmaması daha sonraki dönemlerde Kur’an’ın tek bir kelimesine bile zarar gelmeden saklanmasını, hadislerin ise korunabildiği kadarıyla bir sonraki kuşağa intikal etmesini doğurmuştur. Bu da ikinci bir gerçektir.
4- Ashabı kiramın idrakinde Kur’an, mü’min olmanın yüzde yüz şartı görüldüğünden, onu muhafaza etme, ona hizmet etme gibi oluşumlar büyük bir alaka görmüş, Kur’an’ın anıldığı yerde adeta nefesleri kesilmiştir. Aynı heyecan ve hizmetin hadisler için o oranda yapılmadığını görüyoruz. Bu durum aslında hadislerin hafif görülmesinden kaynaklanmamıştır. Bilakis, Kur’an ve hadis arasında “Allah ile Peygamber’i arasındaki oranlamaya benzer bir oranlama” yaptıklarından neticede hadisler, Kur’an’dan sonraki kaynak durumunda kalmıştır. Filhakika, durum da böyledir. Kur’an ilk ve tek, hadisler ise Kur’an’dan sonraki ikinci durumundadır. İmanımız da böyledir, imanımız gereği oluşturduğumuz hukuk ve ilmi oluşum da böyledir. Birinci kaynağımız Kur’an, ikinci kaynağımız Peygamberin (sav) hadisleridir.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız