Modern çağ, teknolojide ilerledi ama insanın iç dünyası giderek çöktü. Kalpler daraldı, ruhlar bunalımlara girdi, insanlar görünürde her şeye sahip ama içten içe bir şeylerini kaybetmiş durumda. İşte böyle bir çağda Kur'an'ın çağrısı yeniden yükseliyor. Çünkü bu çağın hastalığına, Kur'an'dan daha güçlü bir ilaç yok. O, sahibini tanımayan kalbe Allah'ı tanıtır. Anlamsızlık krizine düşen ruha ebediyet bilinci verir. Umutsuzluğa kapılan insana, Rabbinin rahmetini hatırlatır.
Modern çağ, insanı maddi yönüyle tanımlamaya meyilli. Zihni, bedeni, ekonomiyi, üretimi yüceltiyor; fakat kalbi, ruhu, maneviyatı ihmal ediyor. Oysa Kur'an, insanın maddi ve manevi yönleri arasında hassas bir denge kurar. Bir yandan dünya hayatının gerekliliklerini, geçim yollarını, ticaret ahlakını, miras hukukunu, toplumsal sorumlulukları öğretirken; diğer yandan iç dünyayı inşa eder.
Kur'an, insanın kalbini, aklını, ruhunu, tasavvurunu Allah'ın muradı doğrultusunda inşa eden bir hidayet rehberidir. Ruhi bunalımlar çağında Kur'an kadar insanı tedavi edip iyileştiren bir ilaç yoktur.
İnsan, sadece etten kemikten bir varlık değildir. Kalbi vardır, aklı vardır, ruhu vardır, hayata dair bir tasavvuru, bir anlam arayışı vardır. İşte Kur'an, tam da bu yönüyle konuşur insana: Onun kalbine seslenir, aklına delil getirir, ruhuna huzur indirir, hayata bakışını Allah'ın muradıyla şekillendirir.
Kur'an, bir kitap olmaktan öte ilahi bir inşa mektebi'dir. İnsanı baştan sona yeniden kurar. Onun karanlıkta kalan yönlerini aydınlatır; eksiklerini tamamlar; savrulmalarına yön verir. Kalbi taşlaşmışsa yumuşatır, ruhu kurumuşsa yeşertir, aklı dağılmışsa toparlar, yolunu kaybetmişse hidayete erdirir.
Bu yüzden Kur'an, sadece bilgi veren değil; kişiliği şekillendiren, benliği inşa eden bir hidayet rehberidir. İnsanı Allah'ın muradına göre terbiye eder. Hayata, insana, dünyaya ve ahirete bakışını düzeltir. Çünkü inançsız ya da dengesiz bir akıl da hissiz bir kalp de yönsüz bir ruh da insanı huzura ulaştıramaz. Kur'an ise bu üç sacayağını birden kurar.
Modern çağ, teknolojide ilerledi ama insanın iç dünyası giderek çöktü. Kalpler daraldı, ruhlar bunalımlara girdi, insanlar görünürde her şeye sahip ama içten içe bir şeylerini kaybetmiş durumda. İşte böyle bir çağda Kur'an'ın çağrısı yeniden yükseliyor. Çünkü bu çağın hastalığına, Kur'an'dan daha güçlü bir ilaç yok. O, sahibini tanımayan kalbe Allah'ı tanıtır. Anlamsızlık krizine düşen ruha ebediyet bilinci verir. Umutsuzluğa kapılan insana, Rabbinin rahmetini hatırlatır.
Kur'an bir terapi kitabı değil; ondan çok daha fazlası: O, insanı hakikate döndüren, onu kendisiyle ve Rabbiyle barıştıran ilahi bir reçetedir.
Kur'an'ı anlamak, sadece onu okumakla değil; onunla düşünmekle, onunla yaşamakla olur. Çünkü bu kitap, sadece okunmak için değil, yaşanmak için gönderildi.
Ve bugün, insanlığın en çok ihtiyaç duyduğu şey; işte bu ilahi dokunuş, bu kalp inşası, bu ruh terbiyesi.
İnsanın hayattaki en temel sorusu şudur: "Neden varım ve nasıl yaşamalıyım?" Bu soruya Kur'an-ı Kerîm, açık ve güçlü bir cevap verir: İlk olarak inanmalı, sonra bu inancın gereği olarak iç dünyanı arındırmalı, ardından da bu arınmışlıkla ahlaklı yaşamalısın. Kur'an'da iman, insanın yaratıcıyla kurduğu bağın başlangıç noktasıdır; ancak bu bağ, sadece kabul ve tasdik ile sınırlı değildir. İman; insanın hayatına yön vermeli, kalbini değiştirmeli ve davranışlarını dönüştürmelidir.
Kur'an bu nedenle imandan hemen sonra maneviyata ve ahlaka çağırır. Çünkü iman, kalpte kök salmazsa kuru bir iddiadan öteye geçemez. Kalpte derinleşmeyen bir inanç, davranışlara da yansımaz. Maneviyat, insanın iç dünyasında Allah'la kurduğu bağın adıdır. Takva, ihlas, sabır, şükür, Allah korkusu ve umudu gibi değerler, bu içsel bağın tezahürleridir. Kur'an, defalarca takva sahibi olmaya çağırırken, aslında bize görünmeyen bir hâli inşa etmeyi öğretir: Allah'ın her an bizi gördüğünü bilerek yaşamak.
Ama bu da yeterli değildir. Kur'an, içten başlayan bu yolculuğun toplumla ilişkili yönüne, yani ahlaka da özellikle vurgu yapar. Çünkü bir insan, sadece kendi iç dünyasında iyi olmakla değil, başkalarına karşı da iyi olmakla sorumludur. Doğruluk, adalet, merhamet, affetmek, tevazu, emanete riayet, kul hakkı gibi ilkeler, Kur'an'ın ahlaki öğretileri arasında baş köşede durur. Bunlar olmadan birey de toplum da huzur bulamaz.
Kur'an'ın çağrısı bütüncüdür: Önce inan, sonra arın, sonra da iyi ol. Bu sıralama, insanın hem iç hem dış dünyasını inşa eder. Bugün yaşadığımız birçok ahlaki ve toplumsal krizin temelinde, imanın davranışlara yansımaması, maneviyatın şekle indirgenmesi ve ahlakın göz ardı edilmesi yatıyor olabilir
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız



















