Akıl aynı zamanda mahduttur. Görme, işitme duyuları; nasıl, muayyen hudutların arasını görüp işitebilmemize vasıta oluyorlar, o sınırların dışında âmâ ve sağır kalıyorlar ise; akıl da ancak, kendisine izin verilmiş sahada, yani fizikî âlemde insana yardımcı olabilir. Fiziğin ötesine, maveraya kılavuzluk yapabilmek hususiyeti ona bahşedilmiş değildir. Akıl; o kendisine meçhul sahalarda pusula addedilirse, insanı çıkmazlara sürükler. Aklın putperesti olanlar, daima felâketler içinde harap olmuşlardır.
Cenab-ı Hak, insana akıl nimetini lütfeylemiştir.
Çünkü Hak Teâlâ; insanı bir imtihan dershanesi olan dünyaya, “mârifetullah” tahsili için göndermiştir. Yani Rabbinin insana bahşettiği akıl kuvvesinin gayesi, O’nu okumaktır. Bu sebeple Fahr-i Kâinat Efendimize nazil olan ilk ayet-i kerime;
“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alak, 96/1) emri olmuştur.
İnsan; kendini, kâinatı ve Rabbinin kelâmını okumalı ve Rabbini kalben tanımalıdır. Aklın bu gayeye hizmet etmesi için, vahiy muhtevasında işletilmesi icap eder.
Çünkü akıl ancak bir âlettir. İki tarafı da keskin bir bıçak gibi, hem hayra hem de şerre vasıta olabilir. O; vahyin hizmetine girerse, güzel hizmetler verir. Hazret-i Mevlânâ’nın buyurduğu gibi akıl, Hazret-i Muhammed Mustafa (sav)’e kurban olursa; insanın gafletten uzak kalmasına, feraset ve basiret nuru kazanmasına vesile olur.
Akıl aynı zamanda mahduttur.
Görme, işitme duyuları; nasıl, muayyen hudutların arasını görüp işitebilmemize vasıta oluyorlar, o sınırların dışında âmâ ve sağır kalıyorlar ise; akıl da ancak, kendisine izin verilmiş sahada, yani fizikî âlemde insana yardımcı olabilir. Fiziğin ötesine, maveraya kılavuzluk yapabilmek hususiyeti ona bahşedilmiş değildir. Akıl; o kendisine meçhul sahalarda pusula addedilirse, insanı çıkmazlara sürükler. Aklın putperesti olanlar, daima felâketler içinde harap olmuşlardır.
Buna rağmen; İnsanlık tarihinde, akla haddinden fazla mevki verenler olmuştur. Aklı; ilâhî yardıma muhtaç olmaksızın, hakikati tespit ve tayin edebilen bir kuvvet olarak görmek ve göstermek hatasına düşmüşlerdir.
Felsefeciler, akla istinâd eden Mûtezile Mezhebi ve devrimizde tarihselcilik girdabına düşenler; aklı -hâşâ- vahyin üzerinde görerek, vahyi dahi aklın hakemliği ve murakabesi altında işletmeye kalkarlar. Bu küstah kalkışma da dalâlet ve zındıklıkla neticelenir.
Meselâ; Kader gibi akıl üstü bir teslimiyet ve kalbî idrak isteyen bir meselede nice akıl sahibi, istikametini şaşırmıştır. Kaderi yahut iradeyi inkâr bataklığına duçar olmuştur.
Amelî sahada da kimileri; Cenab-ı Hakk’ın Kur’an-ı Kerim’de tayin buyurduğu miras taksimatını -hâşâ- adaletsiz ve hükmü geride kalmış addetmek gibi, ucu küfre varan anlayışlara yuvarlanmışlardır.
Onların asılsız iddiası şöyledir:“Kadın bugün erkek gibi çalışıyor, bu sebeple mirastan erkekle müsavi hisse (eşit pay) almalıdır!..”
Hâlbuki şunu düşünmüyorlar:Kadın her devirde çalışmıştır. Kadının asıl mesaisi, arkadan gelecek bir nesil yetiştirmek ve ona emek vermektir. Bunun yanında; tarlada, bahçede, iplik eğirme, dokuma, terzilik ve benzeri işlerde hep çalışmış, erkeklere yardımcı olmuştur. Aile ve nesille alâkalı hassas vazifelerle mükellef olduğu için, kadının yaratılışı da buna göre narin ve şefkatlidir. Bu sebeple ona, maişet yükü yüklenmemiştir.
Ayrıca kastedilen kadının dışarıda memuriyet vb. çalışmalar yapması ise, bugün çalışmayan hanımlar da vardır, hatta ülkemizde çoktur. Dolayısıyla, miras payının çalışmakla bir münasebeti yoktur. Ayet ve hadislerde de böyle bir illet belirtilmemiştir. Çalışıp çalışmama diye bir kıstas olsa bunun diğer vârisler için de değerlendirilmesi gerekirdi. Hâlbuki bir adamın; biri çalışıp babasına yardım eden, diğeri yardım etmemiş olan iki erkek evlâdı olsa, her biri mirastan aynı payı alırlar. Vefat eden şahsın biri yeni doğmuş bir bebek, diğeri kırk yıldır babasının hizmetinde olan iki oğlu olsa, yine aynı payı alırlar.
Eğer çalışan kişinin, vefat eden kişiden, emeğine karşılık bir alacağı varsa; zaten bu miras taksimatından önce borçların ödenmesi faslında gerçekleştirilmelidir. Miras başka bir meseledir.
Akla şu sual gelebilir:İslâm’da niçin kadının hissesi, erkeğin yarısıdır?
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız