Sayı : 503   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

Hususi Fikirler

Mustafa Çelik

Kur'anı Hakim Tarihsellikten Münezzeh Bir Kitaptır

  • 06 Şubat 2021
  • 1007 Görüntülenme
  • 458. Sayı / 2021 Şubat



Kur’an’ın tarihselliği fikri, zehiri ilaç kabının içine koyup şifa niyetine hastaya içirmekten başka bir şey değildir. Tarihselciliğin İslâm coğrafyasındaki versiyonunun öncelikle müstemleke muamelesi gören insanların ülkelerinde neşvü nema bulması, onu kabul eden Müslüman(!) modernistlerin zihnen tükendiklerinin, terkib ve tahlil ameliyelerini yitirdiklerinin ve bu yüzden de kendileri olabilmeyi düşünemediklerinin izharıdır. Bu nedenle tarihselcilik, zihnen mağlubiyetin getirdiği reaksiyoner bir anlayış sistemidir. Batının form ve notrmları karşısında eziklik kompleksinin bir ifadesidir.

 

Tarihselcilik, İslâm’dan kurtulma çabasının bir yansımasıdır. Tarihselciliğe göre Kuran-ı Kerim indiği çağa ve indiği topluma hitap etmektedir. Sonraki çağlarda ve başka toplumlarda hüküm ayetlerinin uygulanması gerekmez. Nitekim onlara göre hüküm ayetleri, sadece o çağa uygun emirler manzumesidir. Onlara göre devrin değişmesiyle, Kuran’ın getirdiği hükümlerden, muamelelerden daha çağdaşı ve daha iyisi olabilir.

 

Kur’an; beşer kelamı değil, Allah kelamdır. Lâ raybefih/Allah’tan olduğundan şüphe olmayan, içinde şüphe barındırmayan ve insanları her türlü şüpheden de kurtardığından şüphe edilmeyen bir kitaptır.

“Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Muttakiler/Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidayet/yol göstericidir.” (Bakara, 2/2)

Kur’an-ı Kerim’de olduğu sabit olan bir harfi, bir kelimeyi veya bir ayeti inkâr edenin küfrü üzerinde ittifak vardır. (Bkz.Feteva-i Hindiyye/Şeyh Nizameddin ve bir Heyet) C: 2, Sh: 266 vd., Beyrut/ 1400) Müslüman bir insan olarak kim Kur’an hakkında; “Kur'an Allah kelamı değil, peygamber sözüdür, peygamber de bu sebeple kendi görüşlerini, mütalaalarını ifade etmiştir” iddiasında bulunursa; rütbesi, makamı, ilmi ne olursa olsun, o kişi mürted hükmündedir. Böyle birisine tavsiye edilecek en doğru şey; behemehâl tecdidi iman ve nikâh yapmasıdır. Yoksa böyle birisi İslâm ümmetinden sayılmaz.

Kur’an,, şeriatın esasıdır. Dolayısı ile dinin özüne, şeriatın temellerine ulaşmak isteyen kişinin Kur’an’ı diğer bütün hükümlerin kendi etrafında döndüğü bir mihver kabul etmesi zorunludur. (Bkz.Muhammed Hudari, Usulu’l-Fıkh, Beyrut, 1998, Sh: 212) Kur’an’ın hükümleri tarihi değil evrenseldir. Bütün zaman ve mekânlar için bağlayıcıdır. Hicaz bölgesi, vahyin dünyaya açılım noktasıdır. Kur’an, Hicaz bölgesine münhasır kılınamaz.

Kur’an-ı Hâkim, bütün zamanlara ve mekânlara hitab eden Kelamullahtır. Kur’an, belli bir zaman ve mekân için gelmemiştir. Hakikat şu ki; “dinim İslâm’dır” deyip Müslümanlık iddiasında bulunan her anlayış usulü, Kur’an’ı Kerim’i lafız, mana ve maksadı itibari ile Allah-û Teâlâ’ya ait olan ve bütün zamanlara hitap eden evrensel hakikatler atlası kabul eder ve bu kabul gereği davranırsa meşruiyet kazanabilir, o zaman Müslümanlığı indellahta geçerli olan Müslümanlık olur. Çünkü Kur’an-ı Kerim sadece nüzul devrine hitab etmediğini, tarih üstü duruşuyla kıyamete kadar gelecek ins ve cinne hükmettiğini bildirmektedir:

“Âlemlere bir uyarıcı olsun diye kuluna Furkan’ı indiren Allah’ın şanı yücedir.” (Furkan, 25/1)

Bu ayet, Kuran’ın ve ilk muhatabı Allah Rasul’ünün (sav)belli bir zaman, coğrafya ve milletle sınırlı olmadığı bilakis onunla aynı asrı paylaşanlar dâhil kıyamete kadar gelecek bütün insanları kapsadığı yani tarih üstü olduğu gerçeğini ifade etmektedir. (Bkz. Muhammed b. Ömer FahruddinRâzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, Beyrût, 1990, XXIV, Sh: 40; Muhammed b. YûsufEbûHayyân, el-Bahru’l-Muhît, Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, Beyrût, 1993, VI, Sh: 440) Kur’an-ı Kerim ezelden gelmiş, ebede kadar da devam edecektir. Hâl-i hazır, geçmiş ve gelecek zamanı bütünüyle, tabiri caizse son noktasına kadar bilen Allah-û Teâlâ’nın ilminden gelmiş Kur’an-ı Mu'ciz-ülBeyân'ın, günümüze ve günümüzden sonraki devrelere ait meseleleri insanlığın durumunu ve onun kazanacağı halleri parlak olarak anlatması Kur’an'ın mucizesidir ve Kur’an'a şayeste bir keyfiyettir. Evet, Kur’an 14 asır evvel nazil olmuştur ama O, mele-i âlâdan, her şeye hâkim bir noktadan, dünü, bugünü, yarını kabza-i kudretinde tesbih taneleri gibi çeviren, sistemleri idare eden, kalbimizin atışlarını dahi bilen Allah'ın ezelî ve ebedî ilminden gelmiştir.

“İnsanı biz yarattık ve elbette içinden geçenleri biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf, 50/16)

Kur’an-ı Hâkim’in Yasin suresinin yetmişinci ayetinde Cenab-ı Hakk Kur’an ya da Allah Rasûlü’nün gönderiliş gayesinin yaşayan herkesi uyarmak olduğunu izhar etmektedir. Söz konusu ayette geçen “men” lafzı İsm-i mevsuldur. İsm-i mevsullerde umum ifade ederler. Buna göre umumîlik ifade eden “men”in sınırlı olduğunu bildiren bir muhassıs/sınırlandıran olmadığı müddetçe “men” umumiyet ifade eder ki bu durumda ilahi hitab; yaşayan herkesi kapsamına alır. (Bkz. VehbeZuhayli, Usulu’l-Fıkhi’l-İslami, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1998, I, 248) Kur’an, bütün çağlar ve nesiller için serilmiş Rabbanî bir sofradır. Her asrın, her neslin bu sofrada bir nasibi vardır. Hiç kimse kimsenin nasibine müdahale etme hakkına sahip değildir. Hiç kimsenin güneşe, “sen benden önceki asırların üzerine doğdun, benim asrımın üzerine doğma” deyip engel olma gücü yoktur.

Kur’an güneş gibidir; gülün de, leşin de üzerine eşit doğar. Ama gül başka kokar, leş başka. Müminlerin merhametini, adaletini çoğaltması, zalimlerin zulümlerinin ve hasarlarının ziyadeleşmesine sebep olması da bundandır.

“Biz Kur’an’dan, müminler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur’an, ancak zararını artırır.” (İsra, 17/82)

Kur’an-ı Hâkim güneş gibidir, karşısında vasat olmayanlar hayatlarını kaybetmek mecburiyetinde kalabilir. Güneş kendisine çok yaklaşanı yakar, tamamen kendisinden uzaklaşan da donarak ölür. Nasıl güneş karşısında dengeli olmak gerekiyorsa, Kur’an karşısında da öyle dengeli olmak mecburiyetindeyiz.

Said Nursî (rha) der ki: “Zaman ihtiyarlandıkça, Kur’an gençleşiyor, rumuzu tavazzuh ediyor.” (Mektubat, Hakikat Çekirdekleri, Sh: 559) Kur’an-ı Kerim yeniden ele alındığında ve zaman ihtiyarladıkça gelişen ilimler sayesinde ondan çok cedîd ve ceyyid şeyler anlaşılacak ve o yeni nazil olmuş gibi kendisini gösterecektir. Henüz Kur’an hakkında çok derin araştırmalar yapılmadığı günümüzde bile minik kafalarımızla ve hiçbir hakikat içerisine girmeyecek kadar dar gönüllerimizle, bazen Kur’an'dan öyle şeyler anlıyoruz ki, bunu beşer söyleyemez, demek mecburiyetinde kalıyoruz.

“Kur’an; her asırda taze nazil oluyor gibi tazeliğini, gençliğini muhafaza ediyor. Evet, Kur’an, bir hutbe-i ezeliye olarak umum asırlardaki umum tabakàt-ı beşeriyeye birden hitap ettiği için, öyle daimî bir şebabeti bulunmak lâzımdır. Hem de, öyle görülmüş ve görünüyor. Hatta efkârca muhtelif ve istidadca mütebayin asırlardan her asra göre, güya o asra mahsus gibi bakar, baktırır ve ders verir. Beşerin âsâr ve kanunları, beşer gibi ihtiyar oluyor, değişiyor, tebdil ediliyor. Fakat Kur’an’ın hükümleri ve kanunları, o kadar sabit ve râsihtir ki, asırlar geçtikçe daha ziyade kuvvetini gösteriyor. Meselâ şahıslar, cemaatler, muarazasından âciz kaldıkları Kur’an’a karşı, bütün nev-i beşerin ve belki cinnîlerin de netice-i efkârları olan medeniyet-i hâzıra, Kur’an’a karşı muaraza vaziyetini almıştır. İ’câz-ı Kur’an’a karşı sihirleriyle muaraza ediyor. Şimdi, şu müthiş yeni muarazacıya karşı, i’câz-ı Kur’an’ı, “De ki: And olsun, insanlar ve cinler bir araya toplansalar...” (İsra, 17/88) ayetinin davasını ispat etmek için, medeniyetin muaraza suretiyle vaz’ ettiği esasatı ve desâtiriniesasat-ı Kur’aniye ile karşılaştıracağız.” (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, Üçüncü Şuâ, Sh: 457)

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

458. Sayı Şubat 2021