İnanıyor ve iman ediyoruz ki yüce Rabbimiz dünya hayatında O’nun rızasını kazanmak için çalışan gözü yaşlı, gönlü mükedder olan kullarının bu çabalarını boşa çıkarmayacak, cennet bahçelerinde istirahat etmeleri suretiyle onları ödüllendirecektir. İşte bu nedenle ölmeden önce asıl yurdumuz olan ahiretteki duraklarımızı süslemeli, hazırlamalı; ölmeden evvel teslim olmalı, ölmeden evvel özgürlüğü ve hürriyeti ancak Allah’a teslim olmakta bulmalıyız.
O halde ey Müslümanlar! Zaten kapitalizm zihniyetinin ağır darbelerle vurduğu ticareti; bir de siz, İslam ticaret ahlakından uzaklaştırarak, hem de bu suretle kendi kabirlerinizi cehennemî bir çukura çevirerek zedelemeyiniz! Unutmayın, bu dünyada fakir olup, belki yiyecek ihtiyacını dahi karşılayamamak Allah’ın huzuruna ahlaksız ve aldatıcı olarak damgalanmış bir şekilde gitmekten yektir.
“Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle sağlamlaştırır, zalimleri ise saptırır. Ve Allah dilediğini yapar.” (İbrahim, 14/27) Ayet-i kerimede bildirilen iki sabit/sağlam sözün dünya hayatına ait olanının ölüm anındaki kelime-i şehadet; ahiret hayatında olanının ise kabirde meleklerin “Rabbin kim?” sorusuna verilecek olan “Rabbim Allah’tır” cevabı olduğu söylenmiştir. Evet, bir müminin hem dünya hayatında hem de ahiret hayatının ilk basamağı olan kabir âleminde kavli sabit haline getirmesi gereken iki söz, kelime-i şehadet ve “Rabbim Allah’tır” cevabıdır. Ölüm anında dili damağına yapışmış olduğu halde Allah demek, kelime-i şehadet getirmek için çabalayan bir mümini, ruhunu teslim ettikten sonra götürüleceği kabir âleminde de önemli bir sınav beklemektedir. Bu bahiste ise kabir ve berzah âlemini, ruhun teslim alındıktan sonra nasıl bir aşamaya geçileceğini ele alacağız.
Hayatını Allah’ın emir ve yasaklarına göre tanzim etmiş bir Müslüman’ın ölüm anında nasıl bir hale sahip olacağından bahsetmiş, Azrail (as)’ın mukaddes emaneti teslim almak üzere geldiği, canın çıkmak üzere olduğu, mümin kulun cennetteki makamına mütebessim bir şekilde nazır bir halde dünyaya ait her şeyden uzaklaştığı, ruh teslim alındıktan sonra vazifeleri olan diğer meleklerin de hazır olarak beklediği o zor anları tasvir etmiştik. Bu vazifeli melekler Azrail (as)’ın görevini yapıp ruhu almasının hemen akabinde dünyada iken mümin olan bu ruha cennetî libas ve ikramlarla taltif eder, ardından onu alıp tıpkı Efendimiz (sav)’in Miraç gecesinde semaya götürüldüğü gibi göklere çıkarırlar. Zira o mümin olan kul, dünyada iken günde beş vakit namazını tam eda etmek suretiyle her gün beş kez manevi miracını tamamlamıştı. Şimdi ise ruhu ile kendisine bahşedilen cennetî ikramlarla hakiki anlamda miracı yaşamakta, çıktığı her katta Allah’a ve Rasülü’ne olan sevgi ve muhabbetiyle, ibadetleriyle, takvasıyla, nefsine karşı koymasıyla ve zikriyle nam saldığı sema ehli tarafından da tanınmakta ve taltif edilmektedir. Ta ki sidre-i müntehayı aşıp mekândan münezzeh olan yüce Allah’a melekler tarafından takdim edilir ve bizzat sonsuz kudret sahibi Rabbimiz tarafından imanı sebebiyle ihsan ve lûtfa mazhar olur, razı olduğu Rabbinin kendinden razı olduğu müjde-i ilahisine erişir. Ne var ki yüce Allah topraktan yarattığı ve yine ona döndürülecek olan kulunun cennette ulaşacağı makamı her sabah ve her akşam huzur ve sükûnetle seyredeceği fakat o vakte kadar bekleyeceği ve yalnızca o kulu için özel olarak hazırladığı kabir âlemine götürülmesini emredecektir. İşte bu aşamadan sonra kabre kadar getirilmiş ve melekût âleminden aldığı feyz ile mutmain hale gelen ruhun kabir hayatındaki seyri sülûku başlamaktadır.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız