Acaba hangi ihmalimizden dolayı Kudüs bu hale düştü? Sesli düşünüyorum; Kur’an’ı mehcur bırakan Müslümanlar, Kudüs mahcubiyetinden nasıl kurtulabilirler? Sabah namazına uyanmayanlar Kudüs’e nasıl ulaşırlar? Seherlerde secdelerle dirilmeyenlerin İsrail duvarını aşmaları mümkün mü? İç rekabetimiz, husumetimiz bitmeden ve bizler Rabbanileşmeden Rabbimizin yardımları bize yetişir mi sanıyoruz?
Kudüs bizi bekliyor… Peki, biz kimi? Aslında Kudüs bizi inşa ediyor… Islah ediyor… Üzerimizdeki ölü toprağını alıyor… Küllerimizden bizi yeniden diriltiyor… İnancım o ki, biz Kudüs’ü değil, Kudüs bizi kurtaracak… Kudüs bir elek gibi ayrıştırıyor… Netleştiriyor… Kudüs ifşa ediyor… Kalleşleri, kahpeleri, kuklaları, karanlık yüzleri, kirli elleri tek tek… Şimdi bize düşen Kudüs’ün kadr-ü kıymetini konuşmak değil; ümmet olarak tek ses, tek saf, tek yürek, tek yumruk, tek siper olup Kudüs şahitliğimizi sürdürmektir…
Kudüs üzerine ne de çok cümleler kurduk, kalemler oynattık, alanlar doldurduk… Haykırdık… Hayli de yorulduk, değil mi?
Peki, ne kadar yol alabildik?
Bu soru ile yapılan eylemleri asla küçümseme kastım yok. Sadece bu süreçte kaçırdığımız bazı boyutlara dikkat çekmek istiyorum. Acaba diyorum cümlelerimizin etkisini kıran cürümlerimizin ne kadar farkındayız?
Sözün gücünü alan suçların idrakinde miyiz?
Kudüs’ün kutsiyetini kaleme almak sorunu çözmüyor, mazlumların kahrı bitmiyor… Akan kan durmuyor, aksine çember daralıyor…
Sanki can alıcı sorulardan kaçıyoruz…
Kudüs nasıl bu hale geldi?
Kudüssüzlük kaderimiz mi yoksa kusurumuz mu?
Yüz yıllık fetret ve hiç dinmeyen hasret neden bitmiyor?
Kudüssüzlük bir sonuçtur… Neyin sonucu?
Yeterince kafa yoruyor muyuz?
Eksiğimiz, kusurumuz, günahımız, ihmalimiz, isyanımız nedir, biliyor muyuz? Veya bilmek istiyor muyuz?
“Bizimdir” demekle hiçbir şey bizim olmuyor… Hak etmek, bedel ödemek gerekiyor…
Kudüs kapılarını ne zaman bize açar?
Biz tüm benliğimizle kendimizi Kudüs’e açtığımız ve adadığımız zaman…
Son tahlilde elbette ‘’Kudüs Müslümanlarındır’’ ama hangi Müslümanların?
Bu Müslümanların niyeti, netliği, niteliği, derinliği, kalitesi, adaleti, merhameti, cesareti önemli değil mi?
Şimdi sormak gerekmiyor mu, Hz. Ömer (ra)’de olup da bizde olmayan nedir?
Selahaddin Eyyubi’de bulunup da bizim mahrum olduğumuz değerler ve erdemleri itiraf etmemiz gerekmez mi?
Kendimizi bilirsek geciken Kudüs’ü çözmüş oluruz…
Evet, adalet olmadan Kudüs’e avdet olmaz…
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız