BU TOPRAKLARDA TEKFİRCİLİK İLLETİ ÜMMETİ MUHAMMED’E HARİCÎLİKTEN BULAŞMIŞ BİR VİRÜSTÜR VE ŞİMDİYE KADAR İNSANLARI BİRBİRİNE DÜŞÜRMEKTEN BAŞKA BİR İŞE YARAMAMIŞTIR. ÇÜNKÜ TEKFİRDE KİMSENİN BİR KAZANCI SÖZ KONUSU DEĞİLDİR, BİR MÜSLÜMAN’IN BAŞKA BİR MÜSLÜMAN’I TEKFİR ETME ÇABASI AKLA VE REALİTEYE AYKIRI BİR DURUMDUR.
YENİDEN HORTLATILMAK İSTENEN İSLAM VE İNSANLIK İÇİN BÜYÜK BİR TEHLİKE OLAN TEKFİRCİLİĞE KARŞI İSLAM ÂLİMLERİ, AKADEMİSYENLER VE DEVLETİN İLGİLİ KURUMLARI TOPLUMU BİLİNÇLENDİRMEK İÇİN ÇALIŞMALI VE BU KONUDA FARKINDALIKLAR OLUŞTURMALILAR.
Sözlükte: “örtmek, gizlemek, nankörlük etmek…” gibi anlamlara gelen “küfr” kökünden türeyen “tekfir” kelimesi; “küfre nispet etmek, mümin olarak bilinen bir kişi hakkında kâfir hükmü vermek” demektir. Terim olarak; Mümin olduğu bilinen bir kişi veya topluma sözlerinden, fiillerinden ve görüşlerinden dolayı kâfir hükmünün verilmesi olayıdır.
Kişinin Kur’an’ın tamamını veya bir kısmını inkâr etmesi, İslâm diniyle alay etmesi, haramları helâl, helâlleri haram sayması, imanla bağdaşmayan küfür kelimelerini/elfâz-ı küfrü, benimseyerek söylemesi, büyük günahları bile-isteye işlemesi tekfir konularındandır.
Bu topraklarda tekfircilik illeti Ümmeti Muhammed’e Haricîlikten bulaşmış bir virüstür ve şimdiye kadar insanları birbirine düşürmekten başka bir işe yaramamıştır. Çünkü tekfirde kimsenin bir kazancı söz konusu değildir, bir Müslüman’ın başka bir Müslüman’ı tekfir etme çabası akla ve realiteye aykırı bir durumdur.
Hz. Peygamber’in tekfir konusundaki tutumu çeşitli hadiselerde yer verilmiştir. Bunlardan biri, Mekke’nin fethi için yapılan hazırlıkları öğrenip bir mektupla Mekke’deki yakınlarına gizlice haber vermeye kalkışan, ancak bu girişimi öğrenilen Hâtıb b. Ebû Belta hakkındaki Resûlullahın uygulamasıdır. Hz. Ömer, Hatıp’ın münafıklığına hükmederek boynunu vurmak için izin isteyince Resulü Ekrem Hâtıb’dan açıklama istemiş, o da bu işi Mekke’de yaşayan akrabalarını korumak amacıyla yaptığını belirtmiş; Hz. Peygamber, Bedir Savaşı’na da katılan Hâtıb’ın bu davranışını hata olarak görmüş, onu affetmiştir. (Bkz.Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 98)
Tekfir meselesinin ashap devrinin sonlarına doğru ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. Ali(ra)’nin halifelik konusunda öncelik hakkını savunan Şia içindeki aşırı gruplar ashabın çoğunu tekfir etmiştir. Anlaşılan o ki tekfircilik yalnızca bugünün değil, hem güncel hem de tarihsel köklere sahip bir meseledir.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız