Sayı : 503   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

Editörden

Ribat Dergisi Editör

Değerli Okuyucularımız

  • 02 Nisan 2021
  • 955 Görüntülenme
  • 460. Sayı / 2021 Nisan

Allah'a inanan kimse O'nun razı olacağı işler ve davranışlar yapmaya gayret eder. Çünkü iyi bir kul olmak, aynı zamanda hem Rabbi’ne hem çevresine hem de kendisine karşı sorumluluklarını yerine getirmeye bağlıdır. Din, “insanı kendi iradesiyle iyi ve doğru davranışlara sevk eden ilahi kanun” diye tarif edilmiştir. Nitekim birçok ayet ve hadis, ayrıca peygamberlerin örnek hayatı insanı bu hedefe yönlendirmek için kaynaklık teşkil eder. Allah’a inanan insan ihlâs, ihsan ve takva gibi Kur’an-ı Kerim’in temel kavramları ve üstün ahlaki özellikler olarak bildirilen ilkeler doğrultusunda yaşamaya özen gösterir. Öncelikle sırf Allah rızasını gözeterek ve dini Allah’a has kılarak ihlâslı ve samimi bir kul olmaya çalışır. Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de övdüğü muhsin kullardan olmak için çaba sarf eder. Peygamber Efendimizin (sav) açıkladığı şekliyle Allah’ı görüyormuşçasına ibadet ederek kulluk sorumluluğunu yerine getirir. İslam’ı tam bir sorumluluk bilinci içinde yaşamaya, takva sahibi bir kul olarak günahlardan sakınmaya özen gösterir. Allah’ı bilmek, O'na güvenmek ve teslim olmak kişiyi huzurlu kılar.

Allah’a iman eden kimse hayatın bir imtihan olduğuna da inanır. Nimete kavuşunca şükreder, bir musibetle karşı karşıya geldiğinde ise sabreder. Kul olarak sıkıntılara göğüs germesi gerektiğinin farkındadır. Ne tür bir sorunla karşılaşırsa karşılaşsın bunalıma sürüklenmez. Üzerine düşen sorumluluğu yerine getirip neticesinde Rabbi’ne iltica eder. Gönlü rahatlar, huzur bulur.

İman konusu içinde bilinmesi gereken konulardan birisi de tekfir konusudur. Müslüman olduğu bilinen bir kişiyi, inkâr veya şirk özelliği taşıyan inanç, söz veya davranışından ötürü kâfir saymaya tekfir adı verilir. Yani tekfir, başkaları tarafından bir şahsın küfrüne hükmedilmesi anlamına gelir. Bir Müslüman’ın kâfir olduğuna hükmedilmesi onu pek ağır dünyevî sonuçlara, müeyyide ve mahrumiyetlere mahkûm etmek anlamına geldiğinden, tekfir konusunda çok titiz davranmak gerektiği açıktır. Müslüman olduğunu söyleyen bir kimsenin, bu dünyada mümin kabul edilerek İslam toplumundan dışlanmaması gerekir. Çünkü dünyada insanlar söz ve davranışlarına göre değerlendirilir. İçten inanıp inanmadığını tespit ise Allah’a mahsus olup ahirete ilişkin bir meseledir: “... Size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: sen mümin değilsin, demeyin...” (Nisâ, 4/94) buyrularak bu duruma işaret edilir.

                Sıffîn Savaşından sonra (M.S. 657) gerçekleşen Hakem Olayında (Tahkim Hadisesi) Hz. Ali’yi destekleyen bir grup Hz. Ali’den ve ordusundan ayrılmıştır. Bunlara ayrılan, terk edip giden anlamında Hârici denmiştir. Bunlar: “...Hüküm yalnızca Allah’a aittir...” (Enam, 6/57) ayetini delil göstererek kendileri dışında, savaşan herkesi küfürle suçlamışlardır. Haricilik Müslümanlar arasında ortaya çıkan siyasi ve itikadi nitelikli ilk harekettir. Hâricîliğin doğuşunda etkili olan sebepleri şu şekilde sıralayabiliriz: Hâricîlerin çölde yaşayan kimseler olarak şehir hayatına ve kültürüne uyum sağlayamaması, Kureyş’in merkezî otoritesine duyulan tepki, Hz. Osman döneminde Ümeyye oğullarının istismarıyla oluşan yanlışlıklar, sadece Kur’an’ın zahirî yorumuna dayalı din anlayışı. Hâricîlerin görüşlerini şu şekilde sıralamak mümkündür: İslam’ın en ideal uygulaması Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer döneminde olmuştur, halife olmak için Kureyşli olmak şart değildir, zalim yöneticilere isyan etmek zorunludur, amel ile iman bir bütündür. Büyük günah işleyen kişi dinden çıkarak kâfir olur. Hz. Osman ilk altı yıldan sonra, Hz. Ali de Hakem Olayını kabul ettiği için küfre düşmüştür. Kendilerinden başka hiç kimseyi Müslüman olarak kabul etmemeleri ve dindeki aşırılıkları, Hâricîlerin tarih sahnesinden silinmesine sebep olmuştur. Sonuç olarak Hâricîler, ısrarla Kur’an’a sarılmalarına rağmen, Kur’an’ı anlama konusunda fazla ileri gidememişlerdir. Kur’an’a olan bağlılıkları şekilden öte geçmemiştir. Hâricîlerin taassubu ve kendilerinden başkasını Müslüman olarak görmeme eğilimleri zaman zaman Müslümanlar arasında kendisini gösterebilmektedir. Oysa İslam bir din olarak hiç kimsenin, hiçbir grubun tekelinde değildir. İslam dairesinin geniş olduğunu bilmeli, dini anlama ve yaşama konusunda farklı yorumları benimseyen diğer Müslümanları tekfir etmenin yanlış olduğunu unutmamalıyız.

Bu gün maalesef Müslümanların yaşadığı bütün coğrafyalarda az veya çok taraftar bulan akımlardan biri de hâricî mantığı olan tekfirciliktir. Bu akım, adeta bir virüs gibi bulaştığı zihinleri ve ümmetin vahdetini tehdit ve ifsat ediyor. Bu sayımızda siz değerli okurlarımızın huzuruna bu tehlikeli akım hakkında bilgilenme, şuurlanma ve önlem almaya vesile olması ümit ve duasıyla “Hâricî Mantığı Tekfircilik” dosyasıyla çıkıyoruz.        

Makaleleriyle huzurlarınızda olmamıza vesile olan bütün değerli yazarlarımıza en kalbi teşekkürlerimizi arz ediyoruz.  Siz değerli okurlarımızı, hâricîlik ve tekfir hakkında doğru bilgiler edinmek için dergimizi baştan sona okumaya davet ediyoruz.

460. Sayı Nisan 2021