TEFSİR VE TE’VİL OLMAKSIZIN AYETLERİ SLOGAN NİYETİNE KULLANMAK BİR HÂRİCİLİK ALÂMETİDİR. HÂRİCİLİK ZEMİNİNDE SELEFİCİLİK MANTIĞIYLA KUR’AN’A YAKLAŞANLAR, TEKFİRCİ OLMAKTAN ÖTEYE GİDEMEZLER. İLİMSİZ, USULSÜZ VE ÜSLUPSUZ KUR’AN’A YAKLAŞMAK, TEKFİRCİLERİN EN BARİZ ÖZELLİKLERİNDENDİR.
İSLÂM’IN GENEL İLKE VE PRENSİPLERİNİ DAR YA DA SIĞ BİR BAKIŞ AÇISIYLA ELE ALARAK, KENDİ ANLAYIŞINI MUTLAK HAKİKAT GÖRMEK VE DİĞER ANLAYIŞLARI İLK FIRSATTA KÜFÜRLE İTHAM ETMEK TEKFİRCİ YAKLAŞIMLARIN ÖZELLİKLERİDİR. BÖYLE YAKLAŞIMLAR HER ZAMAN VAR OLAGELMİŞ VE BUNLARIN ÇOĞU DA DIŞ MİHRAKLARCA DESTEKLENMİŞTİR.
Mümin bir insanı küfür ile damgalamak manasına gelen tekfircilik; dindarlığın değil, dinidarlığın alâmetidir. Kur’an'a uymanın değil, Kur’an’ı kendine uydurmanın sonucudur. Kur’an-ı Kerim, Müminlerin birbirlerini tekfir etmekten menediyor.
“Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek, sen mümin değilsin, demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu (Müslüman oldunuz). Onun için iyice araştırın. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Nisa, 4/94)
Tekfircilerin; tekfiri Kur’an ayetlerindenmiş gibi gösteren haksız yaklaşımları, sığındıkları asılsız gerekçeleri, batıl te’villeri vardır. Kur’an’ın elfâzına hısım, ahkâmına hasım olanlar, dinde nasibi olmayanlardır. Bunlar tefrika çukurlarında taassup mermileriyle birbirlerine ateş etmekten geri durmazlar.
“Kur’an, anlam katmanlarından meydana gelmiş bir hidayet rehberidir. Kur’an, hem ilâhi buyruk ve tavsiyeleri içeren, hem de fert ve toplumların karşılaşacağı sorunlara çözümler üreterek insanlığı saadete sevk eden hakiki bir kılavuzdur. Nitekim Kur’an, bir yandan insanın yüksek ahlâkî değerlere sahip olmasını tavsiye ederken, diğer yandan da ahlâkî yozlaşmayı ortaya çıkartabilecek söz, fiil ve davranışların terk edilmesini ya kesin bir dille emretmiş ya da nasihatle uyarmıştır. Bu nedenle Kur’an’ın doğru anlaşılabilmesi için, lafızlara ve kavramlara yüklenen anlamların iyi bilinmesi ve analiz edilmesi gerekir. Çünkü Kur'an, kelimelerin seçimi ve cümlelerin teşkilinde, kendisine has bir üslupla hitapta bulunur. Bunu çeşitli yöntemlerle ortaya koyan Kur’an, insanlara anladıkları dilden (Bkz. Yusuf, 12/2) ve zihinlerindeki kavramlarla hitap eder. Kur’an, bu kavramların bazılarını doğrudan açıklamış, bazılarını da dolaylı yollarla izah etmiştir. Zira Kur’an’ın ifade ettiği manayı ortaya çıkarmak, ancak onun hitap tarzında kullandığı üslup ve metodu dikkate almakla mümkündür.” (İzutsu, T. (t.y.). Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar (5. B.). çev. Selahattin Ayaz, İstanbul: Pınar Yayınları, t.y., Sh: 41-42) Kelimelerin taşıdığı özel anlamları ortaya çıkarmak için vazedilen üslup ve metod, Kur’an’ın kastettiği mesajı anlamanın en önemli yollarından biridir. Bir metne yüklenen mananın anlaşılmasında en önemli unsur lafızdır. Çünkü lafız mananın kalıbıdır ve anlam bu kalıp içinde tezahür eder. Ancak mananın tek göstergesi lafız değildir. Bazen lafzı görür, okur ve onun sözlük anlamını biliriz, fakat lafız üzerinden kastedilen anlama ulaşmak neredeyse imkânsız olur. Usûlcüler lafzı konulduğu mâna bakımından hâs, âm, müşterek, müevvel; hâssı da emir, nehiy, mutlak, mukayyed olmak üzere sekiz kısma; kullanılan mâna ve bu mânadaki açıklığı ve kapalılığı bakımından hakikat, mecaz, sarih, kinaye olmak üzere dört kısma; kullanılan mânaya delâletindeki açıklığı ve kapalılığı bakımından zâhir, nass, müfesser, muhkem, hafî, müşkil, mücmel, müteşabih olmak üzere sekiz kısma; delâlet ettiği mânaya delâlet şekli bakımından ibâre yoluyla delâlet, işaret yoluyla delâlet, delâlet (illet) yoluyla delâlet, iktiza yoluyla delâlet olmak üzere dört kısma ayırmışlardır. Bu taksimata göre her lafızın 24 ihtimali vardır ve doğru anlamın tespit edilebilmesi için bunlardan 5-6 ihtimali doğru tespit etmek gerekir. Bu ihtimallerin birisinde yapılan yanlışlık lafzın yanlış anlaşılmasına sebebiyet verir ve bu ihtimalleri de tamamen lafız üzerinden tespit etmek mümkün değildir. Dolaysıyla Kur’an-ı Kerim hususunda sathi kalanlar, mealcilikle iktifa edenler, tekfircilikten geri kalmazlar.
Bilindiği gibi, Kur’an’ın anlaşılmasına tefsir ve te’vil üzerinden ulaşılır. Te’vil, İslâmî ilimlerde, özellikle de kelam ve fıkıh usulünde anahtar kavram denebilecek bir hüviyete sahiptir. Arapçada “bir şeyin hem evveli hem akıbeti” anlamındaki evl kökünden türemiş bir kelime olarak te’vil başta Yusuf suresi olmak üzere Kur’an’ın birçok suresinde/ayetinde de geçer ve ilgili ayetlerde, “önceden vuku bulacağı bildirilen bir hadisenin bilahare meydana gelmesi, rüyada görülen sembollerin dış dünyada nelere karşılık geldiğinin izah edilmesi (rüya tabiri), bir şeyin akıbeti, iç yüzü ve gerçek mahiyeti” gibi anlamlar içerir. Istılahta ise te’vil, “Kur’an’daki bir kelime veya lafzı müdellel olarak ilk ve açık manası dışında ikincil bir muhtemel manaya hamletmek” diye tarif edilir. Fakat bu ıstılâhî anlam “te’vil”in Kur’an’daki anlam ve kullanımına pek muvafık değildir. Hâl böyleyken te’vil İslâmî ilimler geleneğinde “Kur’an yorumu” anlamında terimleşmiştir. Ancak te’vil kuralsız ve kaidesiz değildir. Kur’an’ı keyfi yorumlara tabi tutmak, ne tefsirdir ve ne de te’vildir. Aksine tebdil ve tağyir, tahrif ve tahriptir.
İslâmî kaynaklarda tefsir ile te’vil arasında kategorik bir ayrıma gidilmiş, tefsirin “ilâhî maksat ve muradın ne olduğu hususunda kesin konuşmak”, te’vilin ise “ayetlerdeki muhtemel manalar arasında bir tercihte bulunmak” anlamına geldiği belirtilmiştir. Buna göre tefsir vebal riski yüksek bir faaliyettir. Çünkü tefsir “Allah’ın bu ayetteki muradı şudur” demekle eşdeğerdir. Bu yüzden İmam el-Mâtüridî (ra), “tefsir”i Kur’an vahyinin nüzulüne şahitlik eden sahabeye özgü bir faaliyet olarak nitelendirmiş, te’vilin ise tefsire kıyasla çok daha risksiz olduğuna dikkat çekmiştir. Çünkü te’vil isabetlilik ve isabetsizlik ihtimallerine açık olup kesinlik iddiası içermemektedir. Bu yüzden Mâtüridî (ra): “Tefsir sahabenin, te’vil fukahanın (ulemanın) işidir” demiştir. (Bkz.Alâüddîn Muhammed b. Ahmed es-Semerkandî, Şerhu’t-te’vîlât, Süleymaniye Kütüphanesi, Şehit Ali Paşa, nr. 283, 1b.) Mâtürîdî’nin benimsediği bu tefsir-te’vîl ayrımı onun, öğrencilerine imlâ ettirdiği ifade edilen Te’vîlât’ın hemen girişinde bulunmaktadır. Bugünkü mevcut Te’vîlât’ın mukaddimesinde İmam-ı Mâtürîdî (ra) tefsir ve te’vîl hakkında şöyle söylemektedir: “Denildiğine göre tefsir sahabeye, te’vîl de fukahâya aittir. O, bunun gerekçelerini de şöyle açıklamaktadır: Sahabe ayetlerin indiği ortamlara (el-meşâhid) şahid olmuştur. Bu da onlara, Kur’an’ın nazil olduğu durumların bilgisine kesin olarak vakıf olma imkânını vermiştir. Bunun için tefsir, muradı kesin olarak tespit etmek olup bizzat görme gibidir. Haliyle de tefsir, durum bilgisini kesin olarak bilenlere aittir. Buna karşın te’vîlde kesin olarak murad tespiti ve Allah adına konuşma iddiası bulunmamaktadır. Kişi lafzın şu veya bu vecihlere muhtemel olduğunu belirtir ve “ne kastettiğini en iyi Allah bilir” der. Böylece kesinlik içerdiğinden tefsirde tek bir yön, kesinlik içermediğinden de te’vîlde muhtemel yönler bulunmuş olur.” (Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâtürîdî, Te’vîlâtü ehli’s-sünne, thk. Fatma Yusuf el-Haymî (Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 2004), C: 1, Sh: 1) Gerek tefsir ve gerekse te’vil tekfir için değildir. Murad-ı ilâhiye kavuşma yolunda meşru bir tedbirdir. Tefsir ve te’vil olmaksızın ayetleri slogan niyetine kullanmak bir Hâricilik alâmetidir.
Hâricilik zemininde Seleficilik mantığıyla Kur’an’a yaklaşanlar, tekfirci olmaktan öteye gidemezler. İlimsiz, usulsüz ve üslupsuz Kur’an’a yaklaşmak, tekfircilerin en bariz özelliklerindendir. Bunun iki ana sebebi vardır
1-Kur’an’dan anladıklarını Kur’an’a amir kılmaya kalkışmaları.
2-Kur’an’da kâfirler, münafıklar, müşrikler, ehl-i kitab için nazil olan ayetleri Müslümanlara hamletmeleri, onlara uyarlamaları.
Allah’ın ayetlerinin tefsir ve te’vili hususunda siyak ve sibaka riayet, Kur’an’a ilişkin yaklaşımların birçok problemini çözer. Allah’ın hâkimiyeti üzerinden Kur’an ayetleriyle Müslümanları tekfir etmek, Kur’an’dan anladığını Kur’an’a amir kılmaya kalkışmanın bir sonucudur. İbn Abbas (ra) şunları ifade etmektedir: “Kur’an-ı Kerim indiğinde okuduk ve ne ile ilgili indiğini öğrendik. Bizden sonraki kavimler Kur’an-ı Kerim’i okuyup ona vâkıf olamayacaklar ve o zaman birbirleriyle ihtilafa düşerek, çatışacaklar.” (Afaf Hasan el-Muhtar, ‚el-Esbabu’l mueddiye li zahirati’t-tekfir, Zahirat et-tekfir el-esbâb ve’l-eser ve’l-ilac Sempozyumu, Cidde, Şevval 22-24 1432, haz. Merkezu’t-tafsîl li’d-dirâsâti ve’l-buhûs (Daru’l İmam, Cidde 1432/2011), IV, 1791) Kur’an ve Kur’an’ın hayata aktarılışı olarak Hz. Peygamberin sünnetinden habersiz cahil kitlenin, kendi anlayışlarına mutlak doğru olarak sarılmaları ve dahası bu anlayışa uygun olmayanların tamamını reddeden katı tutumları meseleyi salt cehalet meselesi olmaktan çıkarmaktadır. Ümmetin birliğine yapılan Kur’anî çağrının aksine, ümmetin arasına tefrika sokmak için Kur’an’dan ayet arar hale gelmişlerdir. Bu, bir felaket-i azimedir.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız