Ashâb-ı kirâm, Efendimizin şahsında ve güzel ahlâkında sergilenen Kur’an’a râm oldu, ittibâ etti, değer buldu. Zira Kur’an azizdir, izzet bahşeder. Bugün bizlere izzet bahşedecek olan da, Kur’an’a sımsıkı sarılmak ve emirleri istikametinde yaşamaya gayret etmektir.
Bizler de kendimize, Kur’an-ı Kerim ile nasıl bir ünsiyetimiz bulunduğunu soralım. Onu ne kadar duygu derinliği içinde okuyabiliyor ve hayatımıza aksettirmeye çalışıyoruz? Muhtevasıyla yeterince alâkadar olabiliyor muyuz?
Kur’an-ı Kerim’e muhatap kılınmış olmak, Rabbimiz’in insana dünyadaki lütuf ve ikramlarının en büyüklerinden biri… Zira Kur’an-ı Kerim, hayat yolculuğunun meçhullerini malum kılan, sıkıntılarını çözüme kavuşturan, karanlıklarını aydınlatan, akıl ve kalp için her bakımdan tatminkâr deliller ihtiva eden yegâne hak kitaptır.
Bu bakımdan Rasûlullah Efendimiz, cahiliye insanını Kur’an ile inşâ ve ihya etti. Yani onları cehalet çukurundan alarak faziletin en yüksek seviyesine, Kur’an-ı Kerim ile çıkardı. Ashâb-ı kirâm, Efendimizin şahsında ve güzel ahlâkında sergilenen Kur’an’a râm oldu, ittibâ etti, değer buldu. Zira Kur’an azizdir, izzet bahşeder. Bugün bizlere izzet bahşedecek olan da, Kur’an’a sımsıkı sarılmak ve emirleri istikametinde yaşamaya gayret etmektir.
Çünkü ebedî kurtuluşa erebilmek için, Kur’an’ın saadet haritası üzerinde sadece göz gezdirmek, tek başına kâfi değildir. Asıl olan, okunan ayet-i kerimelerin mana iklimine girebilmek, tefekküründe derinleşmek ve hayatımızı o istikâmette tanzim etmektir.
Yani yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’i, mahrecine, tecvidine riayetle bol bol tilâvet edeceğiz, bununla beraber derûnundaki manalara vâkıf olarak hayatımıza tatbik etmeye gayret göstereceğiz. İmam Gazâlî Hazretleri’nin tabiriyle;
“Dilimiz, okuyacak; aklımız, ferasetiyle tercüme ve tefekkür edecek, kalbimiz de hazmedip ders alacak.” (Bkz. İhyâ, I, 816)
Bursevî Hazretleri, Rûhu’l-Beyan adlı tefsirinde bir misal zikrediyor. Hülâsaten nakledeyim:
“Bir padişah, emri altındakilerden birini bir şehre vali tayin eder. Gönderildiği şehrin halkı kendisine itaat etsin diye, eline de mühürlü bir vesika teslim eder. Vali gidip vazifeye başlar. Halk tarafından çok sevilir ve itaat olunur.
Belli bir süre sonra padişah valiye bir mektup yazarak kendisi için orada büyük bir saray yaptırmasını ister. Mektup valiye ulaşır. Vali, her gün mektubu açıp okur, fakat padişahın emrini tutup da kendisinden beklenen vazifeyi bir türlü yerine getirmez.”
Bursevî Hazretleri, zikrettiği bu misali, şu suallerle tamamlar:
“Gelip de emrettiği şeyin yapılmadığını gören padişah, valiye iyilik ve ihsanda mı bulunur, yoksa onu cezalandırıp hapse mi atar?”
Teşbihte hata olmasın, Rabbimizin insanlığa son olarak gönderdiği cennet davetiyesi ve hidayet mektubu olan Kur’an-ı Kerim de bunun gibidir. Rabbimiz, sayısız nimetleriyle perverde kıldığı ve bir de Kurʼan-ı Kerimʼe muhatap olma lûtfunda bulunduğu kullarından, ilâhî emirlerini yerine getirmelerini istiyor. Onlara;
“Namazı kılınız, zekâtı veriniz…” (Bakara, 2/110)
“…Oruç size farz kılındı…” (Bakara, 2/183)
“…Gücü yetenlere hac farz kılındı…” (Âl-i İmrân, 3/97) buyurarak yapmaları gereken ibadetleri açıklıyor.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız