Kapitalizmin neticesi, bir insanlık enkazıdır. Zira insana gözyaşını unutturur; merhametini yitirmiş bir vicdan ortaya çıkartır. Ruha şifa verecek eczanelerin de kapısına kilit vurur. İslâm ise hayatın her sahasında olduğu gibi iktisat sahasında da bir nizam vaz etmiştir. Helâl ve haram hudutları koymuştur. Merhamet ve şefkati emredip mü’mini mü’mine zimmetli olarak telakki ettirmiştir. Kazancı; hak, adalet ve merhametle mezcettirmiştir.
Gönüldeki Allah muhabbeti ve korkusu, mü’minin en büyük zırhıdır. Çünkü hayatın hangi alanında olursa olsun, haramlara, hatta şüphelilere karşı kendini korumanın yegâne miyarı “takva”dır. Mü’min, dünya devre-mülkünün fani oyuncakları için ebedî saadetini mahvedecek kadar ahmak insan olamaz. Üç günlük dünya zevkleri uğruna ilâhî ölçülerden taviz vermektense, yeri geldiğinde maddî bakımdan geri adım atmayı göze alır.
Kapitalizmin meydan bulduğu ve yeşerdiği saha, kanaat ve tevekkülün zaafa uğrayıp, hırs, haset ve ihtirasla haksız kazancın arttığı ortamlardır. Bu bakımdan mü’minler, kendilerini öncelikle ihtiras ve aşırı istekler noktasında, tasavvufî bir eğitimden geçirmelidirler. Bu da tembelliğe kaçmayan bir kanaat ve tevekkülle gerçekleşir. Kanaat ise, gerçek zenginlik olup kişinin, mal ve mülk ihtirasına karşı esaret ve kölelikten kurtulması demektir.
İnsan şahsiyetine tesir eden en mühim iki müessir vardır:
Birincisi kazancı, ikincisi de beraberinde bulunduğu insandır.
Paranın nereden ve nasıl kazanıldığı çok mühim. Zira insanın gönül âlemi buna göre şekillenir. Harcamalar da bu şekillenişe göre gerçekleşir. Bu bakımdan, kazancımızın helâl yoldan olmasına son derece dikkat etmemiz zarurîdir. Çünkü ağızdan geçen her lokma, eğer helâl lokma ise kişiye ruhaniyet ve manevi zindelik verir. Eğer haram veya şüpheli bir lokma ise gaflet ve hantallık verir; duyuşları kısırlaştırır; kalbe bir perde olur. Bu iki müessir, yani kazancın ve beraberinde bulunduğun insanın keyfiyeti çok mühimdir.
Maalesef günümüzde kapitalist zihniyet, manevi değerleri o kadar tahrip etti ki, bazı dindar firmalarda bile İslâm ahlâk ve şiarlarına uymayan işler tabii hâle geldi. Hacca giden ve namaz kılan birçok kimse; “Ben daha çok hayır yapmak için daha çok kazanmalıyım!” diyerek, kabul edilemez nice yanlışlara, gözü kapalı adım atabiliyor. Yani helâl ile haram iç içe yaşanıyor.
Meselâ gayr-i ahlâkî reklâmlar, iş hayatında cazibeleriyle müşteri çekecek sekreterler, en göze çarpan hususlardan bazıları. Dünya kazancı, ahiret kârının önüne geçmiş olduğundan nefis; “Bu işler böyle yürür!” diye mazeret üreterek işin haram tarafını göz ardı ettiriyor. Hâlbuki hiçbir yanlış adımın, doğru bir mazeret ve niyeti olamaz. Hele “Ben ileride hayır yapmak için kazanıyorum.” diyerek haram-helâl ölçülerini çiğnemek, en hayırsız bir yöneliş ve nefsin aldatmacasıdır.
Büyük sermayelerin, sistemleri ve hatta insanları şekillendirmesine dayanan kapitalist zihniyetin, hiçbir manevi tarafı yoktur. Bilâkis nefsaniyeti palazlandırdığı için, maneviyatı zaafa uğratan bir sistemdir. Zira bu sistem, daha çok kazanmak uğruna; “Bırakınız yapsın, bırakınız geçsin!” der; altta ezilenlerin durumu, üsttekilere en ufak tesir etmez. Bu zihniyet; sermayesini daha da büyütebilmek adına, aklı ve gönlü çelen modalarla, kampanyalarla, muhtelif propagandalarla israf ekonomisinin reklâmını yapar. Zira enerjisini, aşırı tüketimden alır. Bu sebeple evvelâ israf ekonomisine yönelik ticaretten kendimizi muhafaza etmeliyiz. Çünkü israf, konfor ve lüksün artması, toplumu perişan etmektedir. Bu yönde dengesiz harcamaları artıran kredi kartları da iktisadi tuzaklardır, sömürmedir. İhtiyaçlar buna mazeret olamaz. Bu öyle bir harcatma tuzağı ki, sırf birileri kazansın diye fakirleri bile acımasızca bu tuzağın içine güle oynaya düşürmektedir. Yapılan yaldızlı ve yanıltıcı reklâmlar yüzünden nice zavallı insan, gayr-i meşru yollara tevessül etmek durumunda kalmaktadır.
Kapitalizmin neticesi, bir insanlık enkazıdır. Zira insana gözyaşını unutturur; merhametini yitirmiş bir vicdan ortaya çıkartır. Ruha şifa verecek eczanelerin de kapısına kilit vurur. İslâm ise hayatın her sahasında olduğu gibi iktisat sahasında da bir nizam vaz etmiştir. Helâl ve haram hudutları koymuştur. Merhamet ve şefkati emredip mü’mini mü’mine zimmetli olarak telakki ettirmiştir. Kazancı; hak, adalet ve merhametle mezcettirmiştir.
İslâm’da mülk, Allah’ındır. Onu elde etmek için insanı sömürmek asla yoktur. İslâm iktisadı, insanın problemini çözmekle başlar. Paylaşmak ve başkalarına, bilhassa ihtiyaç sahiplerine faydalı olmak; şarttır, farzdır. Ayet-i kerimede:
“Sâilin (muhtacın) ve mahrumun (iffeti dolayısıyla isteyemeyenin), onların (zenginlerin) mallarında muayyen bir hakkı vardır.” (Zâriyât, 51/19) buyrulur. Bu düstur, hem parayı kullanma eğitimidir, hem de gönülleri kaynaştırma vesilesidir.
Kapitalist sistem, sadece menfaatini ve kârını düşünür. Onun gözünde insan, ekonomi çarkını döndüren dişliden ibarettir. Bu yüzden insanı sömürür. Gayesine ulaşmak için her yolu meşru sayar.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız