Emevi halifelerinden Süleyman, veliahtlığı yeğeni Ömer bin Abdülaziz’e bıraktı. O ölünce, halk, Ömer’e biat etti. Ömer, böyle biat olmayacağını söyledi. İstifasını verdiğini ve halkın kendilerine yeni bir devlet başkanı seçmesini bildirdi. Halk, yine onu seçti. Daha önce Hicaz valiliği yaptığı için herkes onu tanıyor ve seviyordu. Çünkü o, ehildi, ilim sahibiydi. Vahye bağlıydı. Her işinde Hz. Muhammed (sav)’i örnek alıyordu. İstişareye ve adalete önem veriyordu.
Siyaset; sorumluluk bilincinin gereğini en güzel şekilde yerine getirme sanatıdır. Siyaset; emrolunduğu şekilde dosdoğru olmaktır. Göklerin, yerin ve dağların yüklenmediği bir sorumluluğu yüklendi insan. (Bkz.Ahzab, 33/72) Bu bilinçle hareket etmektir siyaset. Başarılı yöneticiler, Hakk’ın, haklının ve halkın sesine kulak veren yöneticilerdir.
Hilafete gelince ilk konuşmasında; “Ey insanlar, sizin en iyiniz olmadığım halde, sizleri yönetmek üzere seçildim. Görevimi hakkıyla yürütürsem, bana yardım ediniz. Yanılırsam, beni doğrultunuz. Doğruluk, emanet, yalancılık da ihanettir. Allah’a ve Resulüne itaat ettiğim müddetçe, sizler de bana itaat ediniz. Ben, Allah’a ve Peygamberine isyan edersem, siz de bana itaat etmeyiniz.” diyor, Hz. Ebubekir (ra).
“Selman-ı Farisi (ra), giydiği cübbenin hesabını soruyor Halife Ömer’den. Ganimetten bizim payımıza düşen bir parça kumaştan elbise çıkmadı (Oysa sen, elbise yaptırıp giymişsin).” diyor. Bunu sorabilmek çok önemli. Yöneticilerin, yönettiği halka, yöneticileri denetleme özgürlüğünü vermesi çok önemli.
“Hz. Ömer (ra), cemaatin arasında bulunan oğlu Abdullah'ın cevap vermesini istiyor. Abdullah, ayağa kalkıyor. Kendi payına düşeni de babasına hediye ettiğini açıklıyor.
Selman (ra):Şimdi seni dinler ve itaat ederiz." diyor.
- Ömer (ra), yine hutbede: “Kadınların dört yüz dirhemden fazla mihr almalarını yasakladığını söylüyor.” (Mihr: Evlenecek olan erkeğin, -gelinin rızası doğrultusunda- vermekle yükümlü bulunduğu maddi veya manevi şeylerdir. Bunu peşin vereceği gibi (mihr-i muaccel); söz verip daha sonra da verebilir (mihr-i müeccel). Boşanma halinde ertelenen mihrin yine acilen ödenmesi gerekir. Mihr, gelinin hakkıdır. Ne ailesi, ne de kocası onu elinden alamaz. Ancak kendisi hediye etme hakkına sahiptir. Mihr; eşya, ev, arsa, bahçe olacağı gibi takı, bir tek yüzük veya erkeğin kıza Kur’an öğretmesi de olabilir. Kızın rızası esastır. (Bkz.Bakara, 2/237; Nisa, 4/4, 20, 24, 25; Maide, 5/5 ayetlerine ve tefsirlerine; ayrıca ilgili hadislere ve fıkıh kitaplarında “Nikâh” bölümlerine bakınız.) “Peygamberimiz (sav)’in, hanımları için verdiği ve kızlarının aldığı mihr miktarını delil gösteriyor.” Haktan ve doğruluktan ayrılmadığı sürece emir sahiplerine itaat etmek gerekir. Ayrıldıklarında ise; düzeltmek, bir görev oluyor.
Mescidin arka bölümünde kadınlar bulunmakta… İçlerinden (Kureyşli) bir kadın, ayağa kalkıyor ve koca Halife’ye sesleniyor:
- Ey Emiru'l müminin, sen kadınlar için mihrin dört yüz dirheminden fazlasını yasaklıyor musun, diyor.
- Evet.
- Sen bunu yapamazsın.
- Niçin yapamam?
- Çünkü Rabbimiz, Kuran-ı Kerimde: "Onlardan birine (mihr olarak) gintar (Deve yükü, ya da sığır derisi dolusu yükler)le (mal ve para) vermişseniz bile verdiğinizden hiçbir şeyi geri almayın." (Nisa, 4/20) buyuruyor. Bu, kadının mihrinde belli bir sınırın olmadığını gösteriyor. Kadın istedikten; koca da kabullendikten sonra kimse onu geri çeviremez. Sen, hangi hakla bu sınırı koyuyorsun?
Koca Halife, bir an düşünüyor ayeti. Sonra, bakışını cemaate çeviriyor: Ey insanlar! Kadın doğru söylüyor. Hattab'ın oğlu Ömer yanıldı." (M. Ali Sabuni, Muhtasar Tefsiri İbni Kesir (Beyrut – 1981): 1/369 ) diyor.
“Halifeniz” demiyor; tevazu ile: “Hattab’ın oğlu Ömer” diyor. Ömer’i, Hz. Ömer (ra) yapan buydu işte. Onun için hâlâ aramızda yaşıyor.
“Yaşlı, dul ve fakirdi. Yoktu yiyecek bir şeyleri. Çocuklarını aç uyutmak için tencerede su kaynatarak onları avutuyordu. Yanlarına gelen iki kişiden soru soranın, Hattab’ın oğlu Halife Ömer olduğunu bilmiyordu kadın:Yarın Allah’ın huzurunda Ömer’le hesaplaşırız, diyor.
Halife: Ömer senin burada aç, sefil ve ihtiyaç içerisinde bulunduğunu nereden bilecek? Niye gidip derdini anlatmadın? Diyor.
Kadın: Madem bizim ne halde olduğumuzu bilmeyecekti; neden başımıza geçti öyleyse?” diyor. Doğru söylüyordu kadın. Bir yönetici, halkından haberi olmayacaksa, dertleriyle dertlenmeyecekse; onların sorumluluğunu üstlenmemelidir. Hz. Ömer, bunun için koşturup duruyordu. Bu sebeple kadının yanındaydı.
“Kadının bu sözü karşısında çocuklar gibi ağlıyor koca Halife. Gidip sırtıyla yiyecek getiriyor onlara. Yolda; ver, biz taşıyalım, diyenlere; yarın siz, benim günahımı da taşıyabilecek misiniz? Diyor. Kadın, sırtında yiyecekle az önce konuştuğu adamı görünce; keşke Ömer’in yerine sen halife olsaydın.” diyor. Nereden bilecekti; sırtıyla onlara yiyecek taşıyanın, Halife Ömer olduğunu! Hz. Ömer, onların da sürekli dul ve yetim maaşı almaları için talimat veriyor.
Halkın sorumluluğunu üstlenmek kolay değil.
Emevi halifelerinden Süleyman, veliahtlığı yeğeni Ömer bin Abdülaziz’e bıraktı. O ölünce, halk, Ömer’e biat etti. Ömer, böyle biat olmayacağını söyledi. İstifasını verdiğini ve halkın kendilerine yeni bir devlet başkanı seçmesini bildirdi. Halk, yine onu seçti. Daha önce Hicaz valiliği yaptığı için herkes onu tanıyor ve seviyordu. Çünkü o, ehildi, ilim sahibiydi. Vahye bağlıydı. Her işinde Hz. Muhammed (sav)’i örnek alıyordu. İstişareye ve adalete önem veriyordu.
Ömer’in yönetime geçmesine herkes sevinirken; kendisi, üzülüyordu. Azatlısı: “Neyin var? Kederli ve üzüntülü görünüyorsun, oysa vakit, kederlenme vakti değildir.” dedi.
Ömer, nasıl bir sorumluluk üstlendiğini çok iyi biliyordu. Şu karşılığı verdi: “Nasıl üzülüp kederlenmeyeyim? Bu ümmetin doğusundaki ve batısındaki her ferdi, benden hakkını isteyecek ve kendisine hak ettiği şeyi ödememi talep edecek. Hatta onlar istese de, istemese de haklarını ödemem benim üzerime farz oldu artık.”
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız