Müslüman olduğu ilk günden, Efendimizin (sav)vefat edeceği güne kadar, aralıksız on yedi yıl hep imanına yakışır bir duruş ortaya koymuş, defaatle; Efendimizin (sav)övgü, dua ve taltifine mazhar olmuştu. (Bu hadisleri görmek için, hadis kitaplarının Menâkıb bölümlerine müracat edilebilir.) Efendimizin (sav)vefatından sonra da İslam’ın ilk halifesi olan Hz. Ebû Bekir’in (ra) sağına geçmiş, iki buçuk yıl boyunca ona en büyük yardımcı olmuştu. Bu yıllarda Hz. Ömer (ra) celal sıfatı ile değil, cemal sıfatı ile Hz. Ebû Bekir’in sırtındaki ağır sorumluluğu beraberce taşımaya çalışmıştı.
Hz. Ömer (ra), Efendimizin (sav) solunun adamı idi. O, altı sene İslam’ın davetine karşı olmuştu. Altı sene boyunca elinden geldiğince, davetin sesini kısmaya çalışmış, elinin altındakilere işkenceler yapmış, işin sonunda da Efendimizi (sav) öldürmek üzere yola çıkmıştı. Hz. Ömer böyle bir halde iken bile Efendimiz ondan hiç umudunu kesmemiş, küfür yolunda samimi olanların, İslam yolunda da samimi olacağını çok iyi bildiği için, Ömer’e ve dayısı Ebû Cehil’e hidayete ermeleri için dua etmişti. “Ey Allah’ım! İki Ömer’den (Ömer b. Hattab ve Amr b. Hişam) biri ile sen İslam’ı aziz kıl, güçlendir.” (bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/95; Tirmizi, 3681; Hâkim, Müstedrek, 3/83)
Hz. Peygamber’in (sav)bu duaları netice vermiş, Ömer öldürmeye çıktığı yolda dirilmiş, kız kardeşi Fatıma’nın evinde iman şerbetini içmiş, oradan imanını ikrar etmek için Darû’l-Erkam’a doğru yola çıkmıştı. Hz. Ömer’in Darû’l-Erkam’a gelişi, birçoklarını şaşırtmıştı. Çünkü Ömer gibi, İslam’a şiddetle düşman birinin iman edeceğini hiç kimseler düşünmüyordu. Ama Efendimiz bir gün Ömer’in geleceğini çok iyi biliyordu. Bunun için de ilk günlerde sağına Ebû Bekir’i geçirmesine rağmen, solunu hep boş bırakmış, adeta fiili olarak; “Orası Ömer’in yeri” demişti. Çünkü Efendimizin (sav)sağında cemal sıfatı ile duran Hz. Ebû Bekir vardı. Sol tarafa celal sıfatlı biri lazımdı. Celal sıfatı da Mekke’de en fazla Ömer’e yakışırdı. Bundan dolayı da Hz. Ömer, altı yıl geç gelmesine rağmen böyle bir makamın sahibi olacaktı.
İman ettiği ilk gün öyle bir imanın coşkusunu ve heyecanını hissetmişti ki daha işin başında Efendimizden (sav)“Farûk” lakabını kazanmış, artık Ömer b. Hattab değil, Ömerü’l-Farûk olarak anılmaya başlanmıştı. “Fe semmâni Resulullah yevmeizin el-farûka/İşte o gün Resulullah beni Farûk diye isimlendirmişti.” (Bkz. İbn Hacer, el-İsabe, c. 2, s. 1308; İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 270, 271) Müslüman olduğu ilk günden, Efendimizin (sav)vefat edeceği güne kadar, aralıksız on yedi yıl hep imanına yakışır bir duruş ortaya koymuş, defaatle; Efendimizin (sav)övgü, dua ve taltifine mazhar olmuştu. (Bu hadisleri görmek için, hadis kitaplarının Menâkıb bölümlerine müracat edilebilir.) Efendimizin (sav)vefatından sonra da İslam’ın ilk halifesi olan Hz. Ebû Bekir’in (ra) sağına geçmiş, iki buçuk yıl boyunca ona en büyük yardımcı olmuştu. Bu yıllarda Hz. Ömer (ra) celal sıfatı ile değil, cemal sıfatı ile Hz. Ebû Bekir’in sırtındaki ağır sorumluluğu beraberce taşımaya çalışmıştı. Hz. Ebû Bekir’den sonra da iş başa düşmüş; on buçuk yıl boyunca İslam devletinin ikinci halifesi olarak, cihanda çok büyük ve derin izler bırakarak bu dünyaya veda etmişti.
Hz. Ömer’in (ra) iman yolunda yaşadığı otuz yıllık hayatı gerçekten çok önemli bir hayattı. İman ettiğinde yaşı 33, vefat ettiğinde yaşı 63’tü. (Hakkında daha fazla bilgi için bkz. İbn Hacer, el-İsabe, c. 2, s. 1307; İbn Esir, Usdü’l-Ğabe, c. 4, s. 127-168; İbn Abdilberr, el-İstiab, c. 3,s. 235-244; Zehebi, Tecrîd-u Esmai’s-Sahabe, c.1, s. 397) Özellikle bu hayat boyunca, konumuz olan sevgi meselesinde bizlere birçok önemli hatıra bırakarak gitmişti. Biz sadece burada iki tanesini aktarabilsek de unutmamamız gereken bir hakikat var ki Hz. Ömer (ra)adaletin, izzetin, kuvvetin, cesaretin, dirayetin, vakarın, heybetin, rahmetin ve daha nice güzel hasletlerin kahramanı olduğu gibi sevginin de kahramanıdır.
Hz. Ömer’in Efendimiz (sav)ile olan sevgi bağının en güzel örneklerinden birini bize, sahabeden Abdullah b. Hişam nakletmektedir. (Hakkında daha fazla bilgi için bkz. İbn Hacer, el-İsabe, c. 2, s. 1506; İbn Esir, Usdü’l-Ğabe, c.3, s.406; İbn Abdilberr, el-İstiab, c.3, s.122 ) O, Hz. Ömer’in başından geçen bu hatırasının canlı şahidi olarak, “Peygamber gerçek manada nasıl sevilir?” sorusuna cevap olacak nitelikte şöyle bir rivayet bize nakleder: “Bir gün Medine’de, Efendimiz (sav)birkaç sahabe ile birlikte geziyorlardı. Topluluk içerisinde Hz. Ömer (ra) de vardı. Onlar Efendimiz (sav)ile beraberce yürüdükleri bir anda, Efendimiz Ömer’in elini tuttu ve bir müddet öylece elele dolaştılar. Hz. Ömer, Efendimizin kendi elini tutmasına öyle bir sevindi, öyle bir heyecanlandı ki bir anda hepimizin ödünü koparacak bir ses tonu ile: Ya Rasülallah! Seni çok ama çok seviyorum, dedi. Efendimiz (sav)şöyle bir Ömer’e doğru döndü ve dedi ki: Babandan ve annenden daha mı çok? Ömer: Evet, Ya Rasülallah!” dedi. Efendimiz: Evladından ve eşinden daha mı çok? diye sordu. Ömer: Evet, Ya Rasülallah! dedi. Bu sefer Efendimiz: Malından ve mülkünden daha mı çok? diye sordu. Ömer yine: Evet, Ya Rasülallah! dedi. Efendimiz devam etti: Peki, nefsinden ve canından daha mı çok? diye sordu.”
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız