Antioksidan yönünden zengin beslenmek bizi kalp – damar hastalıkları, katarakt ve kansere karşı korur. Sağlıklı bir ömür sürmemize katkı sağlar. İş bununla da sınırlı değil. Narenciye kabukları başta vitamin C olmak üzere çok çeşitli antioksidanlarla birlikte kalsiyum, potasyum ve bitkisel lifler içerir.
Kış ayı gelince kilolarca limon ve portakal taşıdığımı görenler ya kalabalık bir ailem olduğunu, ya da limonatacı işlettiğimi sanabilirler. Ama yanılıyorlar. Hiç biri. Afiyetle yiyip içtiğim meyvelerin kabuklarını itina ile kurutur, öğütür, geceden soğuk suya ıslar, sabah süzer, besmele ve salavat eşliğinde içerim.
Kuşkusuz kış aylarının en gözde meyveleridir narenciyeler. Bizleri yalnızca renk, koku ve tatlarıyla cezp etmekle kalmaz, tamda bulaşıcı enfeksiyonların kol gezdiği bir mevsimde ihtiyaç duyduğumuz mikro besinleri bir arada sunarlar.
Ancak ben şahsen bu hazineyi yeterince verimli kullandığımızı söyleyemem. Zira gördüğüm kadarıyla meyveyi tüketip kabuklarını çöpe atıyoruz. Oysa sağlık açısından kabuklar en az meyveler kadar ve hatta daha fazlasını içeriyor.
Düşünelim bir kere: Bir ağaç mahsulü için bir sene uğraşsında sonra en değerli varlığını sağlam bir korunağa almasın. Bu mümkün mü?
Evlatlarımıza kendimizden daha fazla itina gösterdiğimiz malumken; bir ağacın çocuğu sayılan meyvesini olabilecek en güvenilir mahfazaya sarıp sarmalaması gerekmez mi?
Demek ki bu kabuklarda meyveyi bozulmaktan koruyan esrarengiz bir iksir var. Nedir o?
Meyveyi koruyan şey her neyse beni neden korumasın?
İşte narenciye kabukları çürümeyi, kokuşmayı engelleyen moda tabirle antioksidanlarla doludur.
Peki, nedir bu antioksidan dedikleri şey ve hücreleri nasıl korur?
Kısaca ve basite indirgeyerek izah edeyim:
Elementleri oluşturan atomlar tam ortada bir çekirdek ve onun etrafında dönen elektronlardan oluşur. Kâinatta tesadüfe tesadüf edilmemiştir. Elektronlarda yörüngelerinde gelişigüzel dizilmezler. Bir nizam ve intizama tâbidirler. İlk yörüngede 2, ikincide 8, üçüncüde 8, dördüncüde 16, beşincide 16… ve hakeza böyle devam edip gider. Atomlar birbirlerinden elektron alıp vererek ideal, kararlı yapıya ulaşmak isterler. Elektron transferiyle gerçekleşen bu imtizaca eski dilde aşk-ı kimyevi denir. Maksat yörüngedeki ideal sayıya ulaşmak değil mi? Alan razı veren razı.
Oksijen atomunun 8 elektronu vardır. Bunlardan ikisi ilk, altısı ikinci yörüngede izn-i ilâhi ile gezerler. Oksijen atomu dış yörüngedeki ideal elektron sayısı olan sekize ulaşmak için 2 elektrona ihtiyaç duyar. Buraya kadar her şey yolunda görünebilir. Ama sorun şu ki oksijen elektron transferini hücrelerimizin DNA sından yani genetik materyalimizden aşırır. Elektronunu kaybeden DNA ise zamanla bozulur.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız