“Allah’ın nûru ya da Allah’ın Zatının Nûru” gibi tamlama ifadelere gelince, buna benzer tamlama kalıplarında Kur’an’da iki yerde şu şekilde geçtiğini görüyoruz: “Nûr” sözcüğü bir ayette; “nûru's-semâvâtive'l-ard/göklerin ve yerin nuru” (Bkz.Nur, 24/35); bir başka ayette de “ve eşraketi’l-arzı binûrirabbihâ/yeryüzü, Rabbinin nuru ile aydınlanır”, (Bkz.Zümer, 39/69) şeklinde geçmektedir. İslam âlimleri, Yüce Allah’ın mutlak ve mücerret “nûr” olarak isimlendirilmesi yaratılmışlığı çağrıştıracağı için bu her iki ayette geçen “nûr” ismini tenzih etme prensibi bağlamında yorumlama cihetine gitmişlerdir. Bunun sebebi, tecsim ve teşbihe düşmeme hassasiyetidir. Bundan dolayı birinci ayette geçen “nûr” Yüce Allah’ın ilmi, diğer ayette ise “ Allah’ın âdil yargılaması” şeklinde te’vil edilmiştir.
Netice-i kelâm, Allah nurdur, fakat bu duyularla hissettiğimiz yaratılmış bir nur değildir. Yaratılmış olan bu nurun da yaratıcısı, Allah’tır. Nitekim büyük duruşmanın olacağı mahşer meydanı, O’nun nuruyla aydınlatılacaktır. Zira her şeyin ortaya çıkışı ve bilinmesi ancak O'nun açığa çıkarması ve bildirmesiyledir. Nur'un özelliği de ortaya çıkma, parlama ve bulunmadır. O halde, mutlak, ebedi, ezeli ve sonsuz nûr, Allah Teâlâ'dır.
“Değerli Hocam: Allah’ın Nûru ya da Allah’ın Zatının Nûru, şeklinde bir kullanım teşbih ve tecsimi çağrıştırmaz mı? Kur’an’da Yüce Allah hakkında kullanılan; “yerin ve göğün nuru”, “rabbinin nuru” gibi tamlama kalıplarında geçen “nûr” sözcüğü tevhide uygun bir şekilde nasıl yorumlanmalıdır?”
Arapça’da “nevr” kökünden türemiş bir isim olan “nûr” zulmetin zıddı olup; aydınlık, ışık ve ziya anlamlarına gelir. Alev, ateş ve cehennem anlamına gelen nâr da aynı kökten türemiştir. Ayrıca nûr, basiret gözüyle akledilen ve dünyevi anlamda görme organı olan gözle algılanan nûr olmak üzere ikiye ayrılır. Basiret gözüyle yayılan nûr; akıl ve Kur’an nûru gibi ilahi işlerden yayılmış olan envârı ifade eder. (Bkz.Isfehânî, el-Müfredât, s. 775) Yüce Allah’ın şu sözlerinden geçen nûr, basiret anlamındadır: “..İşte size, Allah’tan bir nûr, bir Kitap geldi.” (Maide, 5/15) Bir başka ayette de: “Ölü iken kalbini diriltip, insanlar arasında yürürken önünü aydınlatacak bir nûr verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp çıkamayan kimsenin durumu gibi midir? Kâfirlere de işledikleri güzel gösterilmiştir” (En’âm, 6/122) buyrulur. Dünyevî nûr ise, görme duyusu olan gözle algılanan ışıktır: “Güneşi ışıklı ve ayı nurlu yapan O’dur.” (Yunus, 10/5) Bir de bunlardan ayrı olarak Kur’an’da uhrevî nûrdan söz edilir: “İnanmış erkek ve kadınları, defterleri sağından verilmiş ve ışıkları önlerinde olarak giderken …” (Hadid, 57/12) Genel olarak nûr, ışığa ve ışığın gösterişli kırılmasına ve ışığın yansımasına denildiği gibi, gerek duyguya ait ve gerekse akıl ve idrake ait her çeşit karanlıkların zıddı olan vicdan ve sezgide ortaya çıkan dış ve iç tecelli ve doğuşlara da nur denilir. Kur’an-ı Kerim’de 43 ayette nûr sözcüğü geçmektedir. Bu ayetlerde geçen “nûr” kelimesinin bazı varlıklara nispeti şöyledir:
Nûr, İslâm’dır: “Allah’ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler hoşlanmasalar da Allah, nurunu tamamlamaktan başka bir şeyden razı olmaz.” (Tövbe, 9/32)
Nûr, Kur’an-ı Kerim’dir: "Allah'a, Peygamberine ve indirdiğimiz, o nura (Kur'an’a) inanın.” (Tegabün, 64/8) "Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik." (Nisa, 4/174)
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız