Direnişin bu eylemin sonucu konusunda iyi bir değerlendirme yapamadığı ve işgal rejiminin büyük çaplı bir saldırısının önünü açtığı yönündeki suçlama da haklı değildir. Bilakis direnişin söz konusu eylemi gerçekleştirmesinin asıl amacı işgal rejiminin, Gazze’ye yönelik olarak hazırlıklarını hızlı bir şekilde sürdürdüğü bir saldırı karşısında bir avantaj ve onu bağlayacak bir koz elde etmekti.
İşgalcilerin katliamlarında çocuk ölü sayısının çok olması tesadüfî değildir. Bu, planlı saldırıların bir sonucudur. Rantisi Çocuk Hastanesi’ni özellikle hedef alması, diğer hastanelerde çocuk hastalıkları ve doğum bölümlerini kasten hedefe yerleştirmesi, genç annelerin küçük çocuklarıyla birlikte sığındığı UNRWA okullarını ve buna benzer yerleri kasıtlı olarak hedef alması rastgele değil planlıydı. Bu yüzden çocuk ölü sayısı oran olarak normalden çok fazla olmuştur. Bu, Firavun’un Hz. Musa dönemindeki stratejisine benzer bir stratejiden kaynaklanmaktadır.
Gazze’deki son olayların durup dururken, ortada hiçbir sebep yokken direnişçilerin “İsrail”in yerleşim alanlarına operasyon düzenlemesi ve onlardan bazı kişileri esir almaları sebebiyle patlak verdiği düşüncesi yanlış bir düşüncedir.
Filistin topraklarında siyonist işgal de ona karşı sürdürülen direniş de bir vakıadır. Hiçbiri 7 Ekim’de başlatılan Aksa Tufanı’yla ortaya çıkmadı. Her ne kadar bu eylemi direnişçiler gerçekleştirdilerse de onları böyle bir eyleme zorlayan sebepleri işgalciler çoktan hazırlamışlardı. Ama ne yazık ki, olayın işgal boyutunu görmeyenler direnişe siyonist işgal rejiminin arkasında duran küresel emperyalizmin penceresinden bakmakta ve direnişi haksız çıkarmaya çalışmaktadır.
Ancak biz bu ayki yazımızda Gazze’de son yaşanan hadiselerin açığa çıkardığı birtakım gerçeklerin genel bir değerlendirmesini yapmak istiyoruz.
Birinci olarak: Küresel emperyalizmin muhtelif taraflarının Aksa Tufanı’nın başlangıcında gerçekleştirilen eylemi çok abartmalarının ve gerçekleri çarpıtmalarının asıl amacı bu eylemin sarsıcılığına dikkat çekmek değil siyonist işgalcilerin Gazze’de büyük bir katliam yapmasının önünü açmak ve bu konuda işgalci siyonistleri mazur göstermek için dünya kamuoyunu zihnen hazırlamaktı. Ancak İsrail’in böyle geniş çaplı bir saldırı ve katliam yapmak amacıyla bu eylemin önünü açtığı, ona fırsat verdiği yönündeki komplo teorileri isabetli değildir. Filistin direnişini böyle bir eyleme iten sebep işgal rejiminin taktiği değil, Mescidi Aksa’yı hedef alan saldırıları, esirlere ve ailelerine yönelik baskıları, Batı Yaka ve Kudüs’te yahudileştirme faaliyetlerini ve gece baskınlarını, yerleşimci teröristler vasıtasıyla ırkçı saldırıları artırması vb. şiddet uygulamalarıdır. Ayrıca eylem işgal rejimine ve onun istihbaratına ağır darbe vurmasından ve Gazze çevresindeki Yahudi yerleşim merkezlerinde ciddi güvenlik sorunu oluşmasına yol açmasından dolayı çok geniş çaplı bir saldırıya zemin hazırlama amacıyla da olsa böyle bir eyleme fırsat vermek işgal rejiminin tercih edeceği bir şey değildir.
İkinci olarak: Direnişin bu eylemin sonucu konusunda iyi bir değerlendirme yapamadığı ve işgal rejiminin büyük çaplı bir saldırısının önünü açtığı yönündeki suçlama da haklı değildir. Bilakis direnişin söz konusu eylemi gerçekleştirmesinin asıl amacı işgal rejiminin, Gazze’ye yönelik olarak hazırlıklarını hızlı bir şekilde sürdürdüğü bir saldırı karşısında bir avantaj ve onu bağlayacak bir koz elde etmekti. Dolayısıyla ortaya çıkan durumun sebebi direnişin eylemi değil siyonist işgal rejiminin vahşette sınır tanımayan tutumudur. Bu itibarla ortaya çıkan durum direnişin haklı ve meşru mücadelesinden değil düşmanın bütün ahlakî ve insani değerleri ayaklar altına alan vahşi tutumundan kaynaklanmaktadır. Bunda tabii başta ABD ve Avrupa Birliği (AB) olmak üzere küresel emperyalist güçlerin siyonist katillere şartsız ve sınırsız destek vermelerinin, üstelik onun tüm vahşiliklerinin ve çirkinliklerinin üstünü örtmek için kamuoyunu yanıltmak amacıyla çok yönlü bir medya savaşı vermelerinin büyük rolü olmuştur. Bu itibarla Gazze’de Filistin halkına yönelik icra edilen vahşeti siyonist işgalciler tek başlarına değil kendilerini insan hakları savunucusu olarak lanse eden çağın zulüm güçleriyle birlikte işlemişlerdir.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız