1244 yılında Melami meşrep bir sufi olan Şems-i Tebrizi ile karşılaşacak olan Mevlâna için yeni bir hayat başlayacaktır. Pek çok menkıbeye de konu olan bu karşılaşmada Mevlâna’nın Şems’te ne bulduğunu, Şems’in Mevlâna’yı nasıl bulduğunu kestirmek zordur. Şems, Mevlânâ’da belki de o güne kadar küllenmiş bir vaziyette bekleyip duran aşk ateşini tutuşturmuştur.
Aşkla yaşanan bir ömrün ardından ona en çok yakışan, bir düğün gecesi ile tamamlanmaktı. 1273 yılının 17 Aralık’ında gün batımında Mevlânâ, aşkıyla yanıp tutuştuğu, Maşuk’una, Sevgilisi’ne kavuştu. Öleceği günü Şeb-i Arûs/Düğün Gecesi olarak tarif eden Mevlânâ dost ve ahbaplarına ölmeden hemen önce şöyle diyordu: “Ölümümüzden sonra bizim mezarımızı yerde aramayınız. Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir.”
“Hamdım…”
Takvimlermiladi 1207’yi gösterdiğinde Afganistan sınırları içinde kalan Belh şehrinde küçük ve mütevazı bir evde dünyaya gelen Muhammed Celaleddin’i kucağına alan babası Bahaüddin Veled Hazretleri, daha kulağına ezan ve kamet okurken, oğlunun dünyaya aşkı, muhabbeti, ilmi ve irfanı yayacak bir insan olacağını öngörmüşmüdür, bilemiyoruz. Ama bildiğimiz bir gerçek var ki, Muhammed Celaleddin sadece yaşadığı asrı değil, yüzyılları kuşatacak bir ilim ve irfan deryası olmaya, doğduğu günden itibaren adaydır adeta.
Muhammed Celaleddin, hem baba hem de anne tarafından temiz ve asil bir aileye mensuptur. Celaleddin’in babası Bahaüddin Veled, dönemin dini ve fikri meselelerini derinlemesine bilen, Horasan’ın çok uzak yerlerinden bile güç meselelerin halli için kendisine başvurulan âlim ve arif bir zat idi. Vaaz ve sohbetlerinin çevrede geniş yankılar uyandırması, etrafında oluşan sevgi halesinin her geçen gün büyümesi dönemin hükümdarı tarafından hükümranlığına bir tehdit olarak algılanmış, bunun üzerine Bahaüddin Veled Horasan’dan göç etmeye karar vermiştir. Bahaüddin Veled ve ailesi Belh’i terk edip Bağdat, Şam üzerinden Mekke’ye doğru hareket ettiklerinde küçük Celaleddin henüz beş yaşındadır.
Muhammed Celaeddin’e “Efendimiz” anlamına gelen “Mevlânâ” lakabı Konya’ya yerleştikten sonra verilmiştir. Belh’ten başlayan yolculukta Bağdat, Şam ve Mekke duraklarından sonra kafile o zamanki adı Larende olan Karaman’da konaklamıştır. Çocukluk yıllarını saydığımız bu şehirlerde ve yolculukla geçiren Mevlânâ’nın o dönemde babasının rahle-i tedrisinde sağlam bir ilmî altyapı aldığını, istidat ve kabiliyetleriyle çocukluğundan itibaren çevresinin dikkatini çektiğini kaynaklarımız bize geniş bir şekilde aktarmaktadır.
Mevlânâ ve ailesi Karaman’da 7 yıl konaklamışlardır. Annesi Mümine Hatun’u Karaman’da Hakk’a uğurlayan Mevlânâ, oğulları Sultan Veled ve Alaaddin’in de annesi olan Gevher Hatun ile burada evlenmiştir. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın daveti üzerine Karaman’dan Konya’ya hicret eden Mevlânâ ve ailesi için Konya, bundan sonraki yıllar için yurt olmuştur. Babası ve diğer hocaları tarafından dini ve fikri olarak kâmil bir ilim adamı olarak yetiştirilen Mevlânâ’nın eğitimini, babasının 1231 yılında vefatının ardından, babasının talebelerinden Burhaneddin Tirmizi üstlenmiştir. Mevlânâ’yı başta Şam olmak üzere bazı ilim merkezlerine de gönderen Burhaneddin Tirmizi, Mevlânâ’ya hem hocalık hem mürşitlik yapmış, Mevlânâ’yı şer’î hususların zahirine sıkı sıkıya bağlı bir sufi olarak yetiştirmiştir. Bir “din âlimi” ve “tarikat şeyhi” olarak Mevlânâ’nın hayatında 1244 yılına kadar devam eden bu dönem, öğrencilerle tedrisat ve halkı irşat ve tebliğle geçmiştir.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız