Hz. Âdem bütün insanlığın atasıdır, beşeriyetin babasıdır. Yüce Allah, Hz. Âdem ve eşi üzerinden, insanın düşüş ve tekrar yükselişinin mümkün olacağını anlatmıştır. Bu manada günahlar bir düşüştür, hidayetin rehberliğine tutunmak ise, yükseliştir. Her insan beşer olarak dünyaya gelir, eğitim yoluyla olgun insan haline dönüşebilir. Bu insanın elindedir. Zaten insan kelimesinin kökeninde hem yaratıcıyı unutmak ve hem de insanın hemcinslerine karşı ünsiyet sahibi olma duygusu vardır. İnsan, ulvilik ve süfliliğin buluşma noktasıdır.
Bizler Hz. Âdem’in işlediği hatayı çekmiyoruz. Bireysel manada herkes kendi hatasından mesuldür. Evet, dünyaya gelmeyi hiçbirimiz istemedi, Yüce yaratan milyonlarca embriyo içinden bizi seçerek dünyaya getirdi. Bu bizi Rabbimizin onurlandırması ve şereflendirmesidir.
“Hz. Âdem bir hata yapmış, cennetten çıkarılmış. Peki, onun hatasını neden ben çekiyorum? Dünyaya gelmeyi ben istemedim. Bu dünya imtihan dünyası, diyorlar. Ben imtihan olmak istemiyorum. Allah zorla beni bu imtihana sokuyor, sonra günahkârsın deyip cehenneme atıyor. Bu nasıl adalet?”
Bu soruya cevap vermek için sorumluluktan ne anladığımızı ortaya koymamız gerekir. Eğer sorumlu bir varlık varsa, beraberinde hem yükümlülük ve hem de özgürlük vardır. Günah ve sevap da insanın doğrudan özgür yaratılmasıyla ilgilidir. Çünkü insan, iyiye de kötüye de kabiliyetli bir varlık olarak yaratılmıştır. Her iki yönelimden birisini gerçekleştirme irade ve özgürlüğüne sahiptir. İnsanı, nesnelerden ayıran temel ayıraç, akıllı, düşünen ve özgür yaratılan bir varlık olmasıdır. Bir başka özellik de dünyaya gelen her insanın binlerce embriyo içinden seçilerek yaratılmış olmasıdır. Yaratılışta seçilme işlemi, insana yaratan tarafından verilen değeri ve üstün bir takdiri gösterir. Yüce Allah kendisine sorumluluk yükleyeceği insanı seçerek yaratmış, fiillerini yerine getirmede onu özgür kılmıştır: “Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.” (Ahzap, 33/72) Burada emanet, korunması gereken bir değer olup, insan açısından akıllı ve yükümlülüğün bilincinde olma halidir. İnsan yapmakla yükümlü olduğu sorumluluğunu kaybettiği anda zalimlik ve cehaletten kaynaklanan öfke hali dışarı vurur. İşte vahiy kültürü zulmü adaletle, cehaleti de bilgi ve hilim duygusuyla tedavi eder.
Diğer taraftan Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın yasaklanan ağaçtan yemeleri (Bkz.Bakara, 2/37) zelle türü bir itaatsizlik halidir. Ancak, onların hatasını neden ben çekiyorum? Sorusunu sormak, bir Müslüman için anlamsızdır. Hata ve günahın ne olduğunu izah ettikten sonra, bunun gerekçelerini ortaya koyacağız. Hata ya da günah, Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmek suretiyle yapılan itaatsizliktir. Mümin insan, bilerek ya da bilmeyerek işlemiş olduğu itaatsizliğinden “tövbe ve istiğfar” adı verilen amellerle Allah’tan bağışlanma dileyebilir. Tövbe, insan hakkında, pişmanlık duyarak günahları terk etmeyi, Allah hakkında ise, cezalandırmaktan dönmeyi ifade eder. Burada insana düşen sorumluluk, işlediği günahlardan dolayı Allah’tan bağışlanma dilemesidir. Tövbeleri kabul etmek Allah’a zorunlu değildir. Bu konuda O’nun bağışı ümit edilir. O dilerse affeder, dilemezse affetmez. Bu konuda mümin ümit ve korku arasında olmalıdır. Çünkü “Allah, dilediğinin tövbesini kabul eder.” (Tövbe, 9/15) Tövbenin kabul edilmesi doğrudan O’nun ilahi meşieti ve dilemesiyle ilgili bir konudur. Günahkâr bir insan için tövbe kapısı her zaman açıktır. Yüce Allah’ın bu vaadi, Hz. Âdem’in pişmanlık duyduğu ayette de açıkça vurgulanmıştır. (Bkz.Bakara, 2/37) Hz. Âdem ve eşi Hz. Havva validemiz de işledikleri kusuru anlamışlar ve bağışlanmak için yapılması gereken tövbe amelini yerine getirmişlerdir.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız