Mevlâna’nın eserlerinde ve düşüncesinde ölüm, her an bizi bekleyen bir dost gibi algılanmalıdır. Ona göre ölümle o kadar tabi bir ilişki içinde olmalıyız ki, asla bir yabancılık çekmeden bizi sahibimize götürmek için gelen bu aracıya nazik ve anlayışlı davranmalıyız.
Mevlâna bu ve benzeri birçok şiirinde ve ibaresinde bizi ölüme hazırlar ve ısındırır. Köşe bucak kaçtığımız ölümün bizi rabbimize götürecek bir vesile olduğunu vurgular. Elbette onun bazı metinlerinden hareketle Mevlâna yorumcuları yer yer ızdırarî (zorunlu-gerçek ölüm) yer yer ihtiyarî (iradî- ölmeden önce ölmek sırrı) ölümden bahsettiğini belirtirler. Fakat her iki durumda da Mevlâna’nın bahsettiği gibi bir ölüm için hazırlanmak hatta her an bu hazırlığın içinde olmak gerekir.
Eserlerinden ve hatıralarından yayılan ışıkla, -aradaki sekiz asra rağmen- gönülleri ve gözleri aydınlatmaya devam eden Mevlâna: “Öldükten sonra mezarımızı yerde, toprakta arama. Bizim mezarımızı, türbemizi, yaşayan ariflerin/alimlerin gönüllerinde ara” diyor.
İlginçtir, İslam tasavvuf ve irfan geleneği içinde ölüm karşısındaki pervasızlığı ile meşhur yüzlerce âlimin, arifin, şehidin ve aşığın arasından, ölümü “şeb-i arus-düğün gecesi” olarak anılan ve hatta vefat yıldönümünde etkinlik yapılan başka birini bulmak zordur. Vefat ettiği çağda, ardı ardına Haçlı ve Moğol saldırılarının bir kabristana çevirdiği İslam beldelerinde; Mevlâna’nın ölüm karşısındaki pervasızlığı herhalde bugünden daha çok dikkat çekmiştir. Bu yüzden insanların köşe bucak kaçtıkları ölüme can atan bir âlim ve arif profili olarak Mevlâna, daha derinden araştırılması gereken söylemlerin sahibidir.
İslam, insanın dirisine de ölüsüne de sahip çıkan yegâne dindir. Rasul-i Ekrem efendimizin, ölüye de diriye de saygı duymayan yahut her ikisini de putlaştıran bir toplumu, risâletiyle ve üsve-i hasene olarak dönüştürmesi, insanlık tarihindeki en büyük devrimlerden biridir. Bu dönüşümün en göz ardı edilmemesi gereken kısmı Kur’an’ın ve hadis-i şeriflerin ölüm ve sonrasıyla ilgili yaptığı vurgular yani ahiret inancıdır. İşte, ölüm karşısındaki pervasızlıktan murat, ahiret inancındaki mutlaklığı ifade etmekten ibarettir.
Hazret-i Mevlâna’nın eserlerinde ve görüşlerinde ölüm ve ölümle ilgili vurguları anlamak için kişinin ahiret inancına sahip olması, ya da ahiret inancına sahip olanlara saygı duyması gerekir. Burada, batılı entelektüellerin modern çağın başlangıcından bugüne kadar devam eden Mevlâna ilgisinin arka planında onun ölüm karşısındaki pervasızlığı ve ahiret inancındaki mutlaklık dikkat çekerken, 1970 yılından sonra maalesef bizim yaptığımız çalışmaların ve Mevlâna tanıtımlarının bu hususu gölgelediğini belirtelim. Ölümüyle ve ölüme bakışıyla bize bir mutlak hakikati, ölümü ve ahiretin mutlaklığını anlatan Mevlâna’yı görmezden gelip ısrarla turistik ya da dijital imajlarla süslenmiş olanla oyalanmaya talip olmamız bir garabettir. Daha garip olansa, hayatı hepimiz için canımızı cehennemden azad edecek, ahlakımızı, tutum ve davranışlarımızı güzelleştirecek öğütlerle ve ibaretlerle dolu Mevlâna’yı “aşk-sema-müzik-şiir” dörtgeninde boğmaya çalışmamızdır. Evet, Mevlâna’nın hayatında aşk, özellikle mana ve maneviyat aşkı vardır. Evet, onun hayatında sema vardır ve kulun rabbinin feyzini aramasının zuhurundan başka bir şey değildir. Elbette, elestbezminin nidasını duyduğunu ifade ettiği müzik ile “dostların gönlü olsun.” “fakat şairlerin hünerinden başka bir hünerim var” diyerek geride bıraktığı şiir ve müzik de vardır. Fakat Mevlâna ne aşk, ne şiir ve müzik, ne de semadan ibarettir. O, her şeyden önce Rabbine gönül rızasıyla can teslim etmiş, hatta ölüme can atmış bir ahiret müminidir. O yüzden açıkça ve defalarca “Ölüm, bize şeb-i arustur” der. O yüzden gerçek vuslatı ölüm olarak anlar.
“Aşığın bir şeb-i arus (düğün gecesi) olan ölümünde, âşıkların gizli şeylerinin açığa vurulması doğru olsaydı, her zerre def çalar, el çırpardı. Aşığın bedeni bir define gibi yere indi mi âşıklar göğünde yüzlerce pencere açılır. Ey azizler, âşık kefene sarılmıştır ama Kaf dağını seyreder; şaşılacak şey; âşıkların ölümü, bir göz boyamaktır yahut da bir sınavdır adeta. Bir gül harmanıydı, safran dalının ölümüyle geldi geçti, fakat âşıkların safranı,yüzlerce gül bahçesine değer.”
“Bizim ölümümüz, ebedî bir düğündür. Onun sırrı nedir? “Huvellah u ahad”
Elbette ölümü bir düğün gecesi hatta sonsuz bir düğün-bayram olarak anlayan Mevlâna, ölüm karşısında pervasızdır. Ölümden korkmaz.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız