Sayı : 503   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

İktibas

Yusuf Kaplan

Bayramın Tatile Dönüşmesi

  • 05 Haziran 2018
  • 1891 Görüntülenme
  • 426. Sayı / 2018 Haziran



Ölümü unutan insanlar, yaşadıklarını nasıl hatırlayabilirler ki? Bayramı tatile dönüştüren kişiler, aslında hayatı tatil ederek çölleştirdiklerini, hakikati iptal ederek ruhsuzlaştıklarını ilan etmekten başka ne söyler ki bize! Oysa ölümü hatırladıkça yaşar insan. Ölümü hatırladıkça, hayatı unutmaz, kendini unutmaz, hakikati unutmaz. Ölümü hatırladıkça hayatı tadar; ölümü unuttukça hayattan kaçar.

 

Bayram günlerinde yüzler güler. Yüzleri güldüren, oruç günlerinin hediyesi gönüllerdir: Arınan, dirilen, çiçek açan, bayram günlerini neşeyle ve sevinçle yaşamamızı mümkün kılan yüce ve yüceltici gönüller… Arefe günleri, annelerin günleridir. Sadece annelere özeldir. Bayram günleri bütün ailenin, özellikle de çocukların, elbette ki.

 

 

 

Bir yanda, bayram coşkusu, sevinci, bayram günlerinin heyecanı ve neşesi...

Öte yanda, insanın şehirden, insanlardan tatile kaçışı, dekadansla dans’ı…

İşte bizim yaşadığımız şizofreninin, yörüngesini yitirmenin, esen rüzgârların önünde sürüklenmenin, çürümenin, çölleşmenin hikâyesi, ürpertici göstergesi!

Bütün bilgeler, hayatın ölüm’le, ölüm fikrinin şuuruna ermekle kaim ve daim, anlamlı ve yaşanabilir olduğunu söylerler bize..

Doğu’nun Konfüçyüs, Tao gibi kadim bilgelerinden Batı’nın Eflatun, Schopenhauer, Nietzsche gibi derinlikli düşünürlerine; İslâm’ın bütün ilim, irfan ve hikmet büyüklerine kadar insanlığın yetiştirdiği büyük düşünürler, sanatçılar ölümü unutan insanların hayatı yaşayamayacaklarını, hayatın ve insanlığın temel varoluşsal sorunlarına karşı duyarsızlaşacaklarını, bencilleşeceklerini ve yalnızca hız, haz peşinde koşturarak -güle oynaya- intihara sürükleneceklerini hatırlatırlar.

Ölümden kaçış, nihilizmin zaferiyle sonuçlanır: Yeryüzündeki zulmün, işgallerin, zorbalıkların nedeni insanı duyarsızlaştıran nihilizm biçimleridir.

Ölümü unutan insanlar, yaşadıklarını nasıl hatırlayabilirler ki?

Bayramı tatile dönüştüren kişiler, aslında hayatı tatil ederek çölleştirdiklerini, hakikati iptal ederek ruhsuzlaştıklarını ilan etmekten başka ne söyler ki bize!

Oysa ölümü hatırladıkça yaşar insan. Ölümü hatırladıkça, hayatı unutmaz, kendini unutmaz, hakikati unutmaz.

Ölümü hatırladıkça hayatı tadar; ölümü unuttukça hayattan kaçar.

İki tablo var karşımızda:

İlki, insanın kendinden kaçış tablosu: Tatile kaçışı... Ruhsuz insanlardan, bunaltıcı hayattan uzaklaşma arzusu belki de bu.

İkinci tablo: Bayramın hayata ve insana kucak açan coşkulu, bütünleştirici ve herkesi kardeş kılıcı, ortaklaşa yaşanan, herkesle paylaşılan neşe ve sevinç tablosu: İnsanın insandan kaçışı değil, insanın insana, hayata ve hakikate koşuşu...

Biri ölümün, diğeri dirilişin tablosu.

Biri; trajik, hatta traji komik, ölümcül ve yok edici… Diğeri; epik, destansı, diriltici ve varedici iki apayrı tablo!

İkisi de şiirsel: Biri, yokoluşun şiiri...

Diğeri, dirilişin, gelişin, hayatın; orucun yaşattığı bir aylık ruh şöleni’nin bayram’ını yapma telâşının, neşesinin ve heyecanının şiiri.

Kafkaesk bir tablo bu aslında. Işıltılı ama ölümcül.

Picasso’nun ya da Dali’nin zevkle çizecekleri çılgın bir ölüm senfonisi!

Veya en iyi Bergman’ın çekeceği bir ölüm dansı vakitleri filmi...

İnsanın kayboluş serüveni, sonra da cenazesinin kaldırılış seremonisi!

Picassovârî ya da Dalivârî sert imgeler, yaşanan trajediyi resmeder: Dilin bir tarafa savrulduğu... Kalbin kan olup aktığı, idam sonrasını andıran bir sahnenin gerisinden bir gözün hortlamışçasına baktığı bir Picasso, Dali tablosu veya böceğe dönüşen Kafka hikâyesi...

İnsan kayboldu, kayboluyor hızla, hazla ve tamgaz…

Ölümüne kaçıyor... Şehirden kaçıyor... Tatil köylerine... Otel odalarına, sığıntı gibi yaşanılan, hapishaneden farksız otellerin hücrelerine...

Plajlara kaçıyor...

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

426. Sayı Haziran 2018