Ramazan-ı şerif; helâllerde dahi bir riyazet mevsimidir. İbadet ü taatle, Kur’an-ı Kerim ile derinleşme zamanıdır. Bütün azaya tutturulan oruçlarla, teravihlerle, infak ve tasadduklarla, Kadir Gecesi’ni idrak edebilmek için daha bir ehemmiyet verdiği gece namazlarıyla, iyice rakikleşen mü’min; mübarek ayın hitamında, Ramazan-ı şerif bayramına erer. Bu bayram, takva tahsilinin şahadetnamesi hükmündedir.
Muhabbetin kantarı da fedakârlıktır. Muhabbetimiz ne kadar? Allah ve Rasûlü’ne olan muhabbetimiz bize ne kadar dini yaşamayı ve yaşattırabilmeyi kazandırıyorsa, fedakârlığımız o kadardır. Malımızdan ne kadar fedakârlıktaysak; canımızı, enerjimizi, zamanımızı, imkânlarımızı Allah yolunda, O’nun dininin hizmetinde ne kadar sarf edebiliyorsak; muhabbetimiz o kadardır.
Son nefesi, Müslüman olarak verebilmek, çok büyük bir bayramdır. Çünkü insan son nefesi kaybederse bir daha telâfi imkânı bulamaz. Bütün ömrün gayesi, son nefes bayramına erişebilmektir. Fırtınalarla ve girdaplarla dolu hayat denizinde, insanın en büyük saadeti, sahil-i selâmete çıkmak, yani son nefes bahtiyarlığına erişmektir.
Dünya hayatı, ahireti kazanmak için ihsan edilmiş bir sermayedir. Ömür; gayret, kulluk ve hizmet zamanıdır. Meşhur ifade ile
“Dünya, ahiretin tarlasıdır.” (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I, 412)
Yine dünya hayatını; havf ve recâ, yani korku ve ümit arasında son nefese kadar gevşemeden, şımarmadan sürdürmek icap eder. Çünkü son nefes, mahşer, hesap ve Sırat gibi dehşetli geçitlerden nasıl geçeceği belli olmayan bir insanın; mutlak bir sevinç ve ferah hâline girmesi aldanıştan ibaret olur.
Rabbimiz, bu hakikate rağmen bizlere senede iki sevinç zamanı, iki bayram lütfetmiş:
Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı…
Dünyanın sa‘y ü gayret zemini, çalışma ve kazanma mekânı olma hakikatine mütenasip olarak, bu bayramlar da şartlı olarak tecelli etmiştir. Bir mesai yahut fedakarlığa mükâfat olarak ikram edilmiştir.
Asıl itibariyle, eğitim ve iş dünyasının izin ve fasılaları da böyledir. Yoğun gayret sezonlarının akabinde bir ferahlık ve yeni bir dinçlik kazanmak için kısa bir fasıla verilir. Eğitim dünyasında da fasılalar, yoğun ders dönemini başarıyla tamamlayan talebenin ailevî ve sosyal ihtiyaçlarını temin etmesi ve zihnini yeni bir döneme hazırlaması için verilir. Muvaffak olamamış talebeyi ise, bir fasıla değil, telâfi ve ikmal kursu bekler…
Manevi hayatın bayramları da bir takva imtihanından sonra gelir.
Meselâ Ramazan Bayramı, Ramazan-ı şerifin sonunda ikram edilir.
Ramazan-ı şerif; helâllerde dahi bir riyazet mevsimidir. İbadet ü taatle, Kur’an-ı Kerim ile derinleşme zamanıdır. Bütün azaya tutturulan oruçlarla, teravihlerle, infak ve tasadduklarla, Kadir Gecesi’ni idrak edebilmek için daha bir ehemmiyet verdiği gece namazlarıyla, iyice rakikleşen mü’min; mübarek ayın hitamında, Ramazan-ı şerif bayramına erer. Bu bayram, takva tahsilinin şahadetnamesi hükmündedir. Bu sevinç günleri, Ramazan’da kazanılanları bir dahaki Ramazan’a taşıyabilme gayretinin de şevkli bir besmelesi olmak üzere ikram edilmiştir.
Bu bayram, aynı zamanda; Ramazan ikliminde kazanılan merhamet, şefkat, kardeşlik, fedakârlık ve benzeri hasletleri hayata geçirmenin de ilk günleridir.
Ramazan Bayramı’nda kardeşliğin sevinci yaşanır. Kardeşler aranır, bulunur, hâl ve hatırları sorulur. Herkes birbirinin dert ortağı olur. Sevinçler birlikte yaşanır, sıkıntılara birlikte derman olunur.
Ramazan’ın da, sonunda ikram edilen bayramın da gayesi; hayat boyu takva, ruhaniyet ve kardeşlik irtibatının hayata geçirilmesidir.
Rabbimiz’in lütfettiği ikinci bayram ise;
KURBAN BAYRAMI
Evvelâ tefekkür etmeliyiz?
Bu bayramın ismi niçin kurbandır?
Cevap bizi Hazret-i İbrahim’in hayatını tefekküre götürür. Cenab-ı Hak; ayet-i kerimede, Hazret-i İbrahim’in hayatının da bizim için üsve-i hasene / güzel örnek olduğunu bildirmektedir.
Hazret-i İbrahim; malıyla, canıyla ve evlâdıyla imtihan edilmiş ve bu imtihanlardan muvaffakiyetle çıkabildiği için halîlullah / Hakk’ın dostu olma şerefine erişmiştir.
Biz de, mal, can ve evlât imtihanlarından muvaffak çıkabilirsek; işte ancak o zaman gerçek bayramlara erişebiliriz.
Kurban fedakârlığın neticesidir. Muhabbetin kantarı da fedakârlıktır. Muhabbetimiz ne kadar? Allah ve Rasûlü’ne olan muhabbetimiz bize ne kadar dini yaşamayı ve yaşattırabilmeyi kazandırıyorsa, fedakârlığımız o kadardır. Malımızdan ne kadar fedakârlıktaysak; canımızı, enerjimizi, zamanımızı, imkânlarımızı Allah yolunda, O’nun dininin hizmetinde ne kadar sarf edebiliyorsak; muhabbetimiz o kadardır.
Fedakârlığımız ne kadar ise, bize gökten inecek ilâhî yardım da o kadar olacaktır.
Bizim ömürlerimiz, malımız, canımız ve bütün imkânlarımız da Hazret-i İbrahim gibi, Fahr-i Kâinat(sav)Efendimiz gibi, Allah yoluna adanmış olmalıdır. Ayet-i kerimede buyurulur:
“Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır. (Onlar) Allah yolunda savaşarak öldürürler ve öldürülürler. Bu, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da verilen gerçek bir vaaddir. Verdiği sözü Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse O’nunla yaptığınız alışverişe sevinin. Bu en büyük başarıdır. (Bu alışverişi yapanlar), tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlardır. O mü’minleri müjdele!” (Tevbe, 9/111-112)
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız