Sayı : 503   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

İrfan Mektebi

Osman Nuri Topbaş

İslam Alimlerinin Medeniyete Hizmetleri

  • 06 Nisan 2019
  • 2226 Görüntülenme
  • 436. Sayı / 2019 Nİsan



İslâm âlemi her sahada göz kamaştırıcı bir seviyeye ulaşmıştı. Yetiştirmiş olduğu dev şahsiyetlerle insanlığa huzur ve saadet getiren bir faziletler medeniyeti inşa etmişlerdi. Zira onlar, ilim ve tekniği bir zulüm vasıtası değil, bilakis bütün insanlık için hakka, hayra ve fazilete hizmet edecek bir vasıfta geliştirmişlerdi.

 

İlmin menşei, Hak Teâlâ’dır. Bütün ilimler, Cenab-ı Hakk’ın bu kâinata koymuş olduğu kaideleri tespitten ibarettir. Mesela tıp ve biyoloji, insan vücuduna; botanik, bitkilere; astronomi, semâya; psikoloji ve pedagoji, insan ruhuna koymuş olduğu kaidelerin tespitinden ibarettir.

Cenab-ı Hakk’ın kuldan istediği ise, eserden müessire, sebepten müsebbibe, sanattan sanatkâra zihnen ve kalben intikal ederek, ilâhî azamet ve kudret akışlarında sergilenen ibret ve hikmetleri idrak etmesi ve böylece mârifetullâh’a ulaşması yani Cenab-ı Hakk’ı kalben tanıyabilmesidir. Hâsılı ilmin nihai gayesi, bilgileri zihne depo etmek değil, bu kâinattaki sır, hikmet ve muammaları çözmektir.

Bu dünyaya gelenler niçin geliyor, buradan gidenler nereye gidiyor? Üstümüzde asılı duran gök kubbeyi; dağlarıyla, okyanuslarıyla koskoca yeryüzünü hangi kudret nasıl ve ne için inşa etmiştir? Kimdir ve bundan muradı nedir? İşte esas ilim, bu gibi sorulara gönül âlemimizi tatmin edecek cevaplar veren, kula Hâlık’ını tanıtan ilimdir.

Bu sebeple denilebilir ki, insanı ibret ve hikmete götürmeyen, kâinattaki ilâhî sanatı temaşa ile mutlak sanatkâra ulaştırmayan ilim, gerçek ilim değildir.

Nitekim böyle bir ilmi, Efendimiz (sav); “fayda vermeyen ilim” olarak ifade buyurmuş ve ondan Allah’a sığınmıştır.

İslâm dini, ilk emri olan “Oku” (Alak, 96/1) hitabıyla, ilme büyük değer verdiğini göstermiş ve mensuplarının, kula Rabbini tanıtan, bu âleme geliş ve bu âlemden gidişin hikmetini kavratan, insanı duygu derinliği ve tefekküre sevk eden, maddî-manevi bütün ilimlerde vukûfiyet sahibi olmalarını telkin ve teşvik etmiştir.

Nitekim Hıristiyan Batı âleminde, ilim adamlarının hunharca katledildiği; hastaların, “Rûhuna şeytan girmiş!” denilerek diri diri yakıldığı o karanlık ortaçağ dönemlerinde, Müslümanlar üniversiteler kurmakta ve dünyanın her tarafından gelen talebelere dînî ilimlerin yanısıra, fizik, tıp, matematik, astronomi vb. sahalarda Cenab-ı Hakk’ın kudret ve azametini tefekküre sevk eden bir eğitim vermekteydiler. Yani maddî ilimlerle manevi ilimler birbirine mezcedilerek okutulmaktaydı. Bu vesileyle ilimde büyük bir bereket hâsıl oldu.

Bu gelişmenin seyrini göstermesi açısından, Dünya’nın dönüyor olduğu hakikatini İslâm âlimlerinin eserlerinden ve onlardan 7 asır sonra öğrenerek dile getiren Galileo’nun (1564-1642) durumu, dikkate değer tipik bir misaldir. Zira o, bu gerçeği etrafındakilere söylediğinde kilise çevreleri, İncil’deki bilgilerle çeliştiği için kendisine müthiş bir tepki göstermişti. Hatta onu:

“–Ya söylediğinden vazgeçersin, ya da seni öldürürüz! diyerek tehdit etmişlerdi. Doğruyu söylediği için ölümle tehdit edilen Galileo ise, çaresiz bir şekilde:

 

–Dediğiniz gibi olsun! derken, hakkındaki hüküm sebebiyle sadece sessizce:

–Siz dönmüyor deseniz de Dünya dönüyor! diye mırıldanmaktan başka bir şey yapamamıştı.”

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

436. Sayı Nİsan 2019