Bir imtihan malzemesi olarak kula emaneten ikram ve ihsan edilen mal-mülk, hiç şüphesiz onu Allah yolunda sarf edebilmekle bereketlenir ve değer kazanır. Allah’ın verdiği malı Hak yolunda kullanabilmek ise, selim kalplerin en muhteşem sanatıdır.
Dünyada maddî güçleriyle bir dönem varlık gösteren nice insanın şimdi isimleri bile hatırlanmıyor. Takva ölçülerinden mahrum bir surette tükenen hayatlar, mazinin derinliklerinde unutulmaya terk edilmiş. Lâkin kalplerini ilim, irfan ve güzel ahlâk ile yoğurarak takvada önder olan Hak dostları ise fani hayatlarından sonra da gönüllerde yaşamaya devam ediyorlar.
Mısır’da iki samimi arkadaş vardı. Biri, nerede âlim, arif, salih bir kimsenin bulunduğunu haber alsa, hemen dizinin dibinde sadık bir talebe olur, böylece gönül âlemini ihya edebilmek için, var gücüyle ilim ve takva tahsilinin peşinde koşardı. Diğeri ise, zamanla hırsının esiri oldu. Helâl-haram demeden mal toplamanın gayreti içine girdi. Hatta insanların gönüllerini yıkmak pahasına, servetini büyütebilmenin yollarını araştırdı.
Bir vakit sonra, ilim ve takva hayatını, kendisine ahiret azığı edinen kişi asrın allâmesi; diğer taraftan mal toplayan muhteris ise, Mısır’ın en zengin adamı ve maliye vekili oldu. Dünyevî bakımdan eriştiği bu yüksek makamı kendisine taht edinen ve böylece gönül gözünü kör eden bu zavallı, eski samimî arkadaşının manevi yüksekliğini idrak edemedi. İnsanların kıymetini, sırf dünyevî plânda aramaya alıştığından, onu küçümsedi.
Hatta iflâh olmaz kibrinden dolayı, bir keresinde eski arkadaşına hakaret nazarlarıyla bakıp, viraneye dönmüş olan kendi gönül dünyasının alçak seviyesini ifşa edercesine ona şöyle söyledi:
–Ben gördüğün gibi büyük ve değerli bir saltanata ulaştım, sen ise fakir ve garip olarak kaldın!
Hazık bir gönül tabibi ve salih bir âlim olan arkadaşı ise, gönül ufkunun enginliğini aksettiren şu hikmetli ve nükteli cevapla arkadaşına mukabelede bulundu:
–Eski arkadaşım! Sana dostane bir nasihatim olacak. Ben, insanlığa hidayet rehberleri olarak gönderilen peygamberlerin pek değerli mirasına nail oldum; Cenab-ı Hakk’ı kalben tanımanın feyz ve ruhaniyetinden hisse almaya başladım. Bu sebeple Rabbime ne kadar hamd edip şükretsem az! Sen ise, hak-hukuk gözetmeden mal topladın, gönül kırdın, mazlumu ezdin; böylece Firavun’la Hâmân’ın mirasına, yani Mısır ülkesine sahip oldun.
Sadi Şîrâzî Hazretleri, Gülistan’ında zikrettiği bu hâdise ile, şu hususlara dikkatimizi çekmektedir:
‒Maddeyi manadan önde tutmak, insanı hazin bir akıbete duçar eder.
‒Maddî zenginlik, insanı yüceltemez. Ancak riyazet hâlinde yaşayarak, Hak yolunda servetlerini infak edenler, bundan müstesnadır. Onlar, Cenab-ı Hakk’ın mükâfatlandıracağı “ağniyâ-i şâkirîn / şükür ve infak ehli zenginler” zümresine dâhil olan bahtiyar kullardandır.
‒İnsanı yüceltecek olan; Allah Rasûlü’nün gönül dokusundan feyz alarak, ilim, irfan ve takva sahibi bir gönle, yani kalb-i selim’e nail olabilmektir.
Nitekim mal-mülk sahibi olmak veya dünyevî bir makam elde etmek, insana Cenab-ı Hak katında bir değer kazandırmaz. Hadis-i şerifte ne güzel buyrulmuştur:
“Allah Teâlâ sizin yüzlerinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, “Birr”, 34)
Şu hâdise, bu hâli ne güzel izah etmektedir:
“Rasûl-i Ekrem (sav) zamanında iki kardeş vardı. Biri, (ilim öğrenmek için) Hazret-i Peygamber’in yanına gelir, diğeri geçimlerini sağlamak için çalışırdı. Çalışan kardeş bir gün, diğerini (çalışıp kazanmıyor diye) Allah Rasûlü’ne şikâyet etti. Rasûlullah (sav)ona:
–Belki de sen, onun sayesinde iş buluyor ve rızkını kazanıyorsun!” (Tirmizî, “Zühd”, 33/2345) buyurdu.
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız