İffet sözlükte, "haramdan uzak durma, kötü söz ve işlerden kaçınma" anlamına gelir. Ahlaki bir terim olarak "iffet, yeme, içme ve diğer bedeni hazlar konusunda ölçülü olma, aşırı istekleri bastırıp dinin ve aklın buyruğu altına sokmak suretiyle kazanılan erdem" demektir. Kur'an'da iffetli davrananlar övülmektedir: "(Sadakalar) kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir. İffetlerinden dolayı (dilenmedikleri için), bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan arsızca (bir şey) istemezler. Siz hayır olarak ne verirseniz, şüphesiz Allah onu bilir." (Bakara, 2/273) Bekâr olup da evlenme imkânı bulamayanların yeterli imkâna kavuşuncaya kadar iffetlerini korumaları Kur'an-ı Kerim'de şöyle emredilmektedir: "Evlenmeye güçleri yetmeyenler de, Allah kendilerini lütfuyla zengin edinceye kadar iffetlerini korusunlar..." (Nur, 24/33) Hz. Peygamber (sav), "Ya Rabbi! Senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği istiyorum." (Müslim, "Zikir", 72; İbni Mâce, "Dua", 2; Tirmizî, "Daavât", 71) diye dua etmiştir. "Allah, yoksul olmasına rağmen iffetini korumaya çalışan mümin kulunu sever." (bni Mâce, "Zühd", 5) buyurmuş ve müminleri iffetli olmaya davet etmiştir. Ayrıca yardıma en layık kimselerin, iffetini korumaya çalışan yoksullar olduğunu bildirmiştir. (Bkz.Müslim, "Zekât",2)
Kamil mümin sayılabilmek için insanın hayâ, edep, iffet gibi ahlaki erdemlerle donanması ve dinin günah saydığı, aklıselimin de ayıp ve kötü kabul ettiği tutum ve davranışlardan uzak durması gerekir. Nitekim Hz. Peygamber'in şu hadisi şerifi, iffetli olmanın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir: "Her kim diline ve cinsel arzularına hâkim olacağı konusunda bana söz verirse ben de onun cennete girmesine kefil olurum." (Buhârî, "Hudûd", 19; "Rikâk", 23; Tirmizî, "Zühd", 61) İffet, hayâ duygusunu içinde barındıran bir haslettir. Hayâ ise rücu, utanma, ayıplanan bir şeyin korkusuyla insanda hâsıl olan mahcubiyet hissi gibi manalara gelir. Aynı zamanda hayâ, kötü ve çirkin sayılan şeylerden uzak durmak, tavır ve davranışlarda ölçülü olmak, herhangi bir işte haddi aşmamaktır. Hayâ ile iman arasında sıkı bir alaka bulunmaktadır. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav), "Hayâ, imandandır." (Müslim, "İman", 59) buyurarak bir anlamda hayâ noksanlığının iman noksanlığından kaynaklandığını ifade etmiştir. Hayâ, insanı kötülüklerden ve her istediğini yapmaktan alıkoyan insani bir duygu ve takvanın ayrılmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla bir kul, hayâ sahibi olmadıkça takva sahibi olamaz. İnsanlığa güzel ahlakı öğretmek ve kendi hayatında bizzat göstermek üzere gönderilmiş olan Peygamber Efendimiz (sav), hiç şüphesiz insanlar arasında hayâ duygusuna en fazla sahip olan idi. "Hayâ ancak hayır kazandırır." (Buhârî, "Edeb", 77), "Hayânın hepsi hayırdır." (Müslim, "İman", 61) buyurarak ümmetinin, davranışlarını hayâ ile süslemesini isterdi. Hayâsızlıkla yapılan bir işin hoş karşılanmayacağını, hayâ ile güzelleştirildiğinde ise herkes tarafından hüsn-i kabul göreceğini beyan ederdi. Rasulullah Efendimiz, yalnız bulunduğu anlarda bile kendisinden, hayâ sınırlarını aşan herhangi bir hareket sadır olmamıştır. Ümmetinin de aynı hâl üzere olmasını isteyen Peygamberimiz (sav); "Allah, kendisinden hayâ edilmeye insanlardan daha lâyıktır." (Ebû Dâvûd, "Hammâm", 2) buyurarak açıkta ve gizlilikte devamlı edeb ve hayâ üzere bulunmalarını tavsiye etmiştir. Bu sebeple Müslüman, ihsan duygusu ile dolu olmalıdır. Allah Teâlâ'nın her an kendisini görmekte olduğunu bilerek büyük bir edeb ve hayâ üzere yaşamalıdır. Bu, hayânın en yüksek noktasıdır.
Hayâ, yani utanma duygusu, insanı fenalıklara dalmaktan alıkoyar. Nefsinin istediği her hareketi yapmasını engeller. Utanma duygusuna sahip olmayan kimsenin önünde hiçbir engel yoktur. Dolayısıyla her türlü çirkinliği ve kötülüğü yapmaya müsaittir. Müslüman, yapacağı işi iyi düşünmelidir. Şayet bu iş, Allah'tan ve insanlardan utanacağı bir iş ise kesinlikle terk etmelidir. Ancak Allah'tan ve insanlardan utanacağı bir şey değilse onu gönül hoşluğu ile yapmalıdır.
Hayânın pek çok mertebesi bulunmaktadır. En yüksek mertebesi, kişinin zâhiren ve bâtınen Allah'tan hayâ etmesidir. Yani her an Cenab-ı Allah'ın huzurunda olduğu hissini taşımasıdır. "Peygamber Efendimiz bir gün; Allah'tan hakkıyla hayâ edin, buyurmuştur. Bunun üzerine ashab; Ey Allah'ın Rasul'ü! Elhamdülillah Allah'tan hayâ ediyoruz, diye cevap verir. Peygamberimiz de onlara şu açıklamayı yapar: Söylemek istediğim, sizin anladığınız hayâ değildir. Allah'tan hakkıyla hayâ etmek; başı ve üzerindeki azaları, bedeni ve ondaki azaları muhafaza etmeniz, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamanızdır. Ahireti dileyen, dünyanın zînetini terk edip ahireti bu hayata tercih etmelidir. İşte kim bu söylenenleri yerine getirirse Allah'tan hakkıyla hayâ etmiş olur." (Tirmizî, "Kıyâmet", 24)
İki çeşit hayâ vardır. Birincisi, Allah Teâlâ'nın doğuştan herkese bahşettiği fıtrî hayâdır. İkincisi ise terbiyeye bağlı bir hayâdır ki, günah ve kötü şeylerden insanı alıkoyar. Günahlardan korunmamıza vesile olması dua ve niyetiyle bu sayımızda sizlerin huzuruna "Ahlaki Yozlaşmaya Karşı İffet ve Haya" dosyasıyla çıkıyoruz.
Değerli yazarlarımıza, elinizde ve gönlünüzde olmamıza vesile olan makaleleri için teşekkürlerimizi arz ediyor, siz vefalı, fedakâr okurlarımızı dergimizi okumaya davet ediyoruz.
Aralık sayımızda buluşmak duasıyla Allah'a emanet olunuz.