Müslüman insan için hayâ her şeydir. Çünkü Müslüman hayâda hayatı bulur. Nitekim Necip Fazıl bu durumu: "Bir şey koptu benden, her şeyi tutan şey" diye tasvir ederken bir şeyin yani hayânın kopmasıyla her şeyin koptuğunu anlatmak istemiştir. Hayâ ve edep dinin gereğinden olup kulun da şahsiyetini oluşturan önemli hasletlerdendir.
"Hayâ" kelimesinin, "ölüm"ün zıddı olan "dirilik/canlılık" manasında olan "hayat" kelimesinden türetilmiş olmasıyla, insanın maddî hayatiyetini devam ettiren kan damarları gibi hayânın da insanın manevî canlılığını ve diriliğini temin eden can damarı mesabesinde olduğuna işaret edilmektedir. Maddî canlılığı devam ettiren kan damarları çatladığında ve önlem alınmadığında hayat sona ererse, manevî canlılığı devam ettiren hayâ damarı da çatlayınca, insan da manevî hayatını kaybeder ve maneviyattan yoksun bir canlı hâline gelir.
Hayat hayâ'dan gelir. Hayâ varsa hayatta vardır. Hayâ'nın olmadığı, tüketildiği bir yerde hayat olmaz. Kur'an'ın "fuhşiyat" dediği şey bizim dilimizde "cinsel tercih" veya "özgürlük" olmuşsa, Rasûlüllah (sav)'in "hayâ" dediği şeyi de "fobi" olarak adlandırmaya başlamışsak, düşman bayrağını kendi elimizle topraklarımıza dikmişiz demektir. Hayâsızlığa yenik düşmüş bir toplum, fiilen istilâya uğramış demektir.
Hayâ, hayata açılan rahmet kapısıdır. Peygamber ve sahâbenin yaşadığı çağ, bir hayâ çağıdır. Ama bugün biz "Arsız" bir çağda yaşıyoruz; ar, namus, iffet, edep, hayâ, ittikâ..kavramlarının umursanmadığı, "para etmediği"(!) bir çağda... Buna karşılık hayâsızlık ve iffetsizliğin, fahşâ ve münkerin, günah ve haramın kol gezdiği, tercih edildiği bir çağda yaşıyoruz. İnsanoğlunun yeryüzü macerası başlayalı beri şeytanın görevi, insanlara "fahşâyı emretmek" (Bkz.Bakara, 2/169,268), "günahları süslemek" (Bkz.Hicr, 15/39), "vesvese vermek" (Bkz.Nas, 114/4) suretiyle onları "ayartmak" (Bkz.Hud, 11/64) ve doğru yoldan "saptırmak" (Bkz.Nisa, 4/60, 25/29, Neml, 27/24, vd.). Fakat bugün, şeytanın her zamankinden daha donanımlı, daha etkili olduğu bir "Ahir Zaman"dayız. Şeytanın tüm medyatik unsurları, iletişim araçlarını, eğlence ve reklam sektörünü, eğitim imkânlarını, psikolojik harp tekniklerini kullanarak insanları "sağlarından, sollarından, önlerinden, arkalarından" (Bkz.A'raf, 7/17) çepeçevre kuşatıp "atlıları ve yayaları ile" saldırıya geçtiği ve nihayet "onlara mallarında ve evlatlarında ortak olduğu" (Bkz.İsra, 17/64) bir topyekûn savaşa tanık oluyoruz bugün... Bu çok yönlü hayâsız saldırı karşısında "insan" olarak, "mümin" olarak ayakta kalabilmek, yeryüzü sınavını başarıyla sonuçlandırabilmek için kesinlikle "Hüdâ"ya muhtacız: "Dedik ki: Hepiniz cennetten inin! Eğer Benden size bir hidayet/rehber(hüdâ) gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzülmezler. İnkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennemliktir, onlar orada ebedî kalırlar." (Bakara, 2/38-39) İnsanlara düşen, işte bu Hüdâ'ya (Kur'an'a, Peygamber'e)tabi olmaktır. Kur'an, şeytanın çok yönlü ayartma teknikleri karşısında insanlığa eşsiz bir imkân sunar: "Takva elbisesi"! (Bkz.A'raf, 7/26) Takvanın ilk adımı ise hayâdır. Hayâyı kuşanmadan takva elbisesi giyilmez. Hayâyı kuşanmayan Allah'tan ittikâ etmez, sakınmaz/korkmaz. Allah'a karşı sorumluluklarının bilincine ermenin ilk basamağı hayâdır; Allah'tan hayâ etmek, insanlardan hayâ etmek, kendi nefsinden hayâ etmek... Ve Peygamberimiz(sav) buyuruyor: "Hayâ, imanın nizamıdır. Bir şeyin nizamı bozulunca parçaları darma dağın olur. Her dinin bir ahlâkı vardır, İslâm'ın ahlâkı da hayâ'dır." (Sünen-i İbnMâce, "Zühd", 17)
İslâm'ın düşmanları hayâsızlık silahıyla İslâm'ın ahlakına savaş açtılar. Ebu Süfyan'ın ticaret kervanı ile ilgili istihbarat amaçlı giden Müslümanlar, Bedir kuyularında iki cariye kadın arasında geçen küçük bir konuşmayı Hz. Peygamber'e aktarırlar: (Bu olayın genelde istihbarat boyutuyla ilgilenilmiştir.)
Cariyelerden biri zinâkârdır ve diğerine borcu vardır. Alacaklı olan kadın borçlu olan kadına borcunu niçin ödemediği konusunda çıkışmaktadır. Para kazandığı halde kendine olan borcunu ödememesini kasıtlı bulmakta, onun için ısrarla parasını almaya çalışmaktadır. Ancak borçlu:
-"Yöredeki müşterilerim artık gelmiyor, onları kaybettim." diyerek karşısındakini ikna etmeye çalışmaktadır. Alacaklı kendisine yalan söylendiği düşüncesi ile üsteler ve "niçin?" diye sorar. Borçlu kadının bu kez verdiği cevap şaşırtıcı ve düşündürücüdür:
-"Buralarda yeni bir din çıktı. O din zinayı yasaklamaktadır. O dini benimseyen tüm müşterilerimi kaybettim. Yakında buradan bir kervan geçecek onları bekliyorum. Onlardan alacağım parayla senin borcunu ödeyeceğim."
Şimdi de 14 asır öncesinden günümüze gelelim. Yüzyıllar öncesinde bütün kötülükleri önleyebilen ve medeni bir toplum haline gelen bu dinin bağlıları acaba bugün neden bu haldeler? Yoksa zinayı ve her türlü fuhşiyatı mubah gören müşrik bir kervan mı geçti buradan? Evet, buradan hilafet-i şer'iyyeyi ilga eden bir kervan geçti. Hilafet-i şer'iyyeyi ilga eden bu kervan bütün iyiliklere sildir oldu. Bizi hilafte-i şer'iyye'den mahrum bırakanlar, her şeyimize kötülük ettiler.
Müslüman insan için hayâ her şeydir. Çünkü Müslüman hayâda hayatı bulur. Nitekim Necip Fazıl bu durumu: "Bir şey koptu benden, her şeyi tutan şey" diye tasvir ederken bir şeyin yani hayânın kopmasıyla her şeyin koptuğunu anlatmak istemiştir
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız