En başta şunu belirtebilirim ki orada gördüğümüz gerçekler ve aldığımız bilgiler gerçekleştirilen zaferle ilgili komplo teorilerinin tutarsızlığını teyit etti. Her şeyden önce zaferin 11 günlük operasyonun değil 13 yıllık mücadelenin bir sonucu olduğu çok açık bir gerçek olarak karşınıza çıkıyor. Üstelik söz konusu operasyonun nihai hazırlıkları da aylar öncesinden başlatılmış. Astana süreci bu açıdan direnişçiler için bir fırsat olmuş.
Seyahatimizde, daha önce Baas zulmünün hâkimiyetinde olan bölgelere gittiğimizde gerçekten korkunç manzaralarla karşılaştık. Gördüğümüz o manzaralar zalimin adının Hitler, Netanyahu veya Beşşar Esed olmasının hiçbir şeyi değiştirmediğini, insani değerlerden soyutlanan bir kişinin etnik kimliğinin ne olduğunun hiçbir önem taşımadığını, vahşette birbirleriyle yarıştıklarını çok net bir şekilde gözler önüne seriyor.
Suriye'de 1963'te, sosyalist Arap kavmiyetçisi görüşlere sahip Baas Partisi mensuplarının gerçekleştirdiği darbeyle başlayan "Baas diktatörlüğü" 1970'te yine aynı partinin mensuplarından Hafız Esed'in gerçekleştirdiği darbeyle birlikte Esed ailesine geçmişti.
2010 yılında Tunus'ta vuku bulan münferit bir olayla patlak vererek hızlı bir şekilde Arap dünyasına yayılan ve "Arap Baharı" olarak isimlendirilen halk hareketleri Suriye'yi de etkilemiş ve 15 Mart 2011'de Der'a'da yaşanan olayların ardından başlayan halk ayaklanması kısa sürede geniş bir alana yayılmıştı.
O zaman meydanlara çıkan halkın isteği rejimin ıslahı, yani halkın siyasi özgürlüğüne kavuşabilmesi için siyasi sistemde birtakım reformlar gerçekleştirilmesiydi. Ama İran ve Rusya'nın desteğini arkasına alan diktatör Beşşar Esed halkın bu talebini yerine getirmek yerine ona silahla karşılık verdi. Rejimin bu tutumu ülkede 13 yıl süren iç savaşa neden oldu.
Muhalif güçler olarak tanımlanan direniş güçlerinin 27 Kasım 2024 tarihinde, rejim güçlerine karşı başlattığı operasyon çok hızlı bir şekilde ilerledi ve 8 Aralık sabahı başkent Şam kontrol altına alındı. Baas rejiminin bu kadar hızlı bir şekilde devrilmesi hakkında muhtelif komplo teorileri üretildi. Biz Allah'ın izniyle bu tür teorilerin tutarsızlığını daha önce farklı yayın organlarında yayınlanan yazılarımızda ortaya koymaya çalıştık.
Ancak, Suriye'de Baas rejiminin saltanatına son verilmesinden 17 gün sonra, Türkiye'den yazarlar, fikir adamları ve sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinden oluşan pek kıymetli dostlarımızla birlikte Suriye'ye oldukça faydalı ve verimli bir seyahat gerçekleştirdik. Dört gün süren bu seyahatimizde hem geçmiş rejimin zulüm uygulamalarının ve yıkımlarının geride bıraktığı korkunç manzaraları yerinde görme, hem yeni yönetimin ileri gelenleriyle bir araya gelerek kendilerinden bilgi alma, hem Türkiye'den bu ülkeye giderek insani yardım faaliyetleri yapan kurumların hizmetlerine şahit olma, hem de vatandaşlarla bir araya gelerek intibalarını ve beklentilerini bizzat kendilerinden dinleme imkânı elde ettik. Muhtelif tarihi ve kültürel mekânları ziyaret etmek suretiyle turistik cihetini de ihmal etmediğimiz bu seyahatimizde aynı zamanda kendi aramızda gidişatla ilgili değerlendirmeler yapmak suretiyle vaktimizi oldukça verimli bir şekilde değerlendirmeye çalıştığımızı söyleyebiliriz.
En başta şunu belirtebilirim ki orada gördüğümüz gerçekler ve aldığımız bilgiler gerçekleştirilen zaferle ilgili komplo teorilerinin tutarsızlığını teyit etti. Her şeyden önce zaferin 11 günlük operasyonun değil 13 yıllık mücadelenin bir sonucu olduğu çok açık bir gerçek olarak karşınıza çıkıyor. Üstelik söz konusu operasyonun nihai hazırlıkları da aylar öncesinden başlatılmış. Astana süreci bu açıdan direnişçiler için bir fırsat olmuş. Buradaki tecrübeden hareketle, Filistin'de siyonist işgal rejiminin ateşkese zorlanmasından sonraki sürecin direnişin Kudüs'ün özgürlüğünü getirecek bir zafere doğru ilerlemesi için bir fırsat oluşturabileceği konusunda ümitli olduğumu söyleyebilirim
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız