İslam coğrafyasında hatta Müslümanların harem beldelerinde İslam düşmanlarının sopası olarak görev yapan, onların ahlâksız yaşam tarzlarını Müslüman toplumlara benimsetmek için her türlü arsızlığı yapabilen yöneticilerin hüküm sürdüğü bir dönemde, siyonist katiller de elbette kundaktaki bebekleri katletmekten, insanların evlerini tepelerine yıkmaktan, aileleri toplu halde imha etmekten, hastaneleri yıkmaktan, insanları aç bırakmak için sıkı abluka uygulamaktan çekinmeyeceklerdir.
Tarih kaynaklarında, Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı ele geçirip burada Memlük Saltanatı'na son vererek hilafeti devraldıktan sonra, dönerken uğradığı Şam'daki Emevi Camisi'nde Cuma namazı kıldığı sırada imamın kendisinden, "Hakimu'l-Haremeyni'ş-Şerifeyn (İki Şerefli Harem'in Hakimi)" olarak söz etmesine itiraz ettiği yazılır. Yavuz itirazında imama; "Bizim ne haddimize! Biz ancak buraların hâdimi (hizmetçisi) olabiliriz!" diyerek imamdan kendisini bu şekilde yani Hadimu'l-Haremeyni'ş-Şerifeyn olarak anmasını ister.
Gerçi her ne kadar bu rivayete binaen Osmanlı sultanlarının bu unvanı benimsemeleri ve kullanmaları özellikle vurgulanan ve öne çıkarılan bir konu olsa da bu unvanı ilk kullananlar Osmanlı sultanları değildir. Abbasi halifelerinden ve Memlük sultanlarından bazıları da bu unvanı benimsemiş ve kullanmıştır. Ancak Osmanlı sultanlarının bu geleneği özellikle benimsemeleri Mekke ve Medine konusunda övgüye ve öne çıkarılmaya değer bir tutumdur.
Suudi Arabistan'ın şimdiki kralı Selman bin Abdülaziz'in ağabeyi Fehd bin Abdülaziz de kendisinin Hadimu'l-Haremeyni'ş-Şerifeyn olarak nitelendirilmesi yönünde bir karar çıkarmıştı. Onun bu yöndeki kararından itibaren Suud kralları bu unvanı kullanıyor ve özellikle halka yönelik resmi açıklamalarında bu unvana yer veriyorlar.
Krallarının bu unvanı kullandığı Suudi Arabistan'da son yıllarda aynı zamanda müthiş bir reform rüzgârının estiği biliniyor. Fakat bu tür dikta rejimlerinde reform denince genellikle siyasi baskıların azaltılması, düşünce özgürlüklerinin genişletilmesi, muhalif seslere fırsat verilmesi gibi daha çok siyasi boyutlu değişiklikler anlaşılır. Ne var ki Suud rejiminin reform uygulamalarında bu türden siyasi boyutlu değişimin zerresine bile rastlamak mümkün değildir. Bilakis, hâkim sistemin tasarladığı reformlara yönelebilecek tepkilerin önünün kesilmesi amacıyla siyasi baskılar çok daha artırılmış, düşünce özgürlükleri de iyice kısıtlanmıştır.
Suudi Arabistan'da, rejimin reform rüzgârını estirmeye başlatmasından önce bazı ilim adamları ülkedeki siyasi baskıların azaltılması, düşünce özgürlüklerinin genişletilmesi talebiyle bir kampanya başlatmışlardı. Bu kampanyaya destek veren ilim adamlarının oluşturduğu ekibe de ıslahat hareketi deniyordu. Reform da zaten ıslahat kelimesinin Batı dillerindeki karşılığıdır.
1990'lı yılların sonlarına doğru ülkedeki gidişattan rahatsız olan ıslahat yanlısı ilim adamları yönetimden bazı taleplerde bulunmuşlardı. Ama kraliyet bu taleplere kulak tıkadı. Aslında ilim adamlarının bu çıkışı son derece olumlu ve ülkenin yararına olacak talepler içeriyordu. Ancak gerek otoritenin ve gerekse onun arkasında duran küresel güçlerin işine gelmiyordu.
Bu olaydan birkaç yıl sonra 2004 yılının başında, akademisyenlerden, muhtelif meslek gruplarının ileri gelenlerinden ve iş adamlarından oluşan 880 kişinin imzaladığı bir reform bildirisi yayınlandı. Fakat ne kadar ilginçtir ki daha önce ilim adamlarının taleplerini kulak ardı eden kraliyet bu bildiriyi önemsediğini belli eden bir tavır sergiledi
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız