Allah, kendi ismini, kendisine iman eden kimselere sıfat olarak vermiştir. Mümin, Allah için kullanıldığında başkalarını korku ve endişeden emin kılan onların güvenliğini sağlayan zat demektir. Mümin kavramı bu anlamıyla insanlara sıfat olarak kullanıldığında ise; güvenilen, güven veren, Allah'ın ve kullarının güvenini kazanmış olan, etrafında güven sağlamış olan kişi, iman eden zat manasına kullanılır.
Müminlerin Allah'a ve ahiret gününe imanlarının zayıflaması ile dünya emniyetsiz bir yer haline gelmiştir. İnsanların birbirlerine güveni kaybolmuş, emanet ve emniyet duyguları büyük yaralar almıştır. İman, eman ve emniyetin aslıdır. İmansız insan fıtratında barındırdığı enaniyet sebebiyle kendi menfaati için tüm insanlığı kaosa ve felakete sürükleyebilir.
İman, sözlükte "güven içinde bulunmak, korkusuz olmak" anlamındaki EMN kökünden türeyen bir kavramdır. Güven duygusu içinde tasdik etmek, gönülden inanmak demektir. İnanan kimseye, Mümin denir. Mümin, Kur'an-ı Kerim'de Allah-u Teâlâ'nın esmaül hüsnasından birisi olarak olarak, Haşr Suresinin 23. ayeti kerimesinde kullanılır. Allah'a isim olarak kullanıldığında "güven veren, vaadine güvenilen, korkudan emin kılan, koruyan" manalarına gelir.
Allah, kendi ismini, kendisine iman eden kimselere sıfat olarak vermiştir. Mümin, Allah için kullanıldığında başkalarını korku ve endişeden emin kılan onların güvenliğini sağlayan zat demektir. Mümin kavramı bu anlamıyla insanlara sıfat olarak kullanıldığında ise; güvenilen, güven veren, Allah'ın ve kullarının güvenini kazanmış olan, etrafında güven sağlamış olan kişi, iman eden zat manasına kullanılır.
Emân(güven), emanet ve emniyet kelimeleri de aynı şekilde EMN kökünden türemiş olan diğer kavramlardır. Peygamberlerin sıfatlarından birisi emanettir. Ve peygamberlerin güvenilir kimseler olduğunu ifade eden bir kavram olarak literatürdeki yerini almıştır. Emanet; güvenmek, korku ve endişeden emin olmak manasındadır ve hıyanetin zıt anlamlısı olarak kullanmaktadır. Hukuk literatüründe emanet, belli bir tür akit ve hukuki işlemlerin buna bağlı olarak da tarafların zilyedliğinin hukuki niteliğini hem de meşru bir sebebe dayalı olarak kullanma, işleme ve koruma sorumluluğuyla bir kimsenin yanında bulunan başkasına ait malın hukuki konumunu ifade eder. Buna göre Bakara suresinde geçen, "Kendisine emanet bırakılmış olan kimse nezdindeki emaneti iade etsin" (Bakara, 2/283) ifadesi ve diğer bazı ayetlerde zikredilen emanet kavramı, "bir kimseye koruması için bırakılan mal ve eşya" şeklindeki günlük dilde kastedilen dar anlamı yanında insanın sahip olduğu ve kendisine geçici olarak verilmiş bulunan ruhî, bedenî, malî imkânları da kapsamaktadır. Özellikle, "Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, sorumluluğundan korktular; nihayet onu insan yüklendi" (Ahzâb, 33/72) mealindeki ayet hakkında çeşitli yorumlar yapılmış ve buradaki emanetin "ruhî ve bedenî kabiliyetler, mârifetullah, dinî vecîbeler, okuma yazma" gibi anlamlara geldiği ileri sürülmüştür. Bu tanımlamalardan anlamamız gereken şudur ki; iman ve emanet, emniyet, güven duygusu, güvenilir olmak birbirinden ayırt edilemeyen birbirini tamamlayan kavramlardır. Mümin emanet ve emniyeti temin ve tesis eden, güvenilen kimsedir.
Akaid ilminde iman, bir şeye tereddütsüz ve kesin olarak inanmak, kalpten gönülden bağlanmak demektir. İman kalbi ve vicdanı ilgilendiren bir haldir. Mahiyet itibarıyla iman, El-Mümin ismiyle müsemma Allah-u Teâlâ'nın yaratmış olduğu kullarına en büyük lütuf ve ihsanıdır. İman bir anlamda kulların nasip meselesidir. Kur'an-ı Kerim'de Hz. Peygambere: "Kuşkusuz sen istediğini hidayete erdiremezsin. Ama Allah dilediğini hidayete erdirir ve hidayete erecek olanları en iyi O bilir." (Kasas, 28/56) "Allah dilediğini hidayete erdirir" diye çevirdiğimiz cümle "Allah dileyeni hidayete erdirir" şeklinde de tercüme edilebilir. İkinci haliyle tercüme edildiğinde ise Ayeti kerimede imanın bir nasip işi olduğunu ancak kişinin de iman etmeyi, bağlanmayı yürekten istemesi gerektiğini ifade edilir.
İman, Allah-u Teâlâ'nın kullarına bir lütfü, fazlı ve kulların bir nasibi olduğu gibi; bütün kâinat güvenilen insan olan Mümine Allah'ın bir emanetidir. İnsanın bedeni, çocukları, eşi, anne-babası diğer Mümin kardeşleri, bütün insanlık hatta nebatat, hayvanat, haşerat, cemadat ile beraber bütün bir kâinat insanoğluna emanettir. Bu sorumluluk noktasında inanan insan tabiatta güveni sağlamakla mükelleftir. Mümin sadece yakın çevresinin veya müminlerin değil; inkâr edenlerin, inanmayanların hatta ve hatta hayvanatın dahi güvenini kazanmış, onlara güven telkin eden insan olmalıdır. Allah'a dayanıp güvenen ve kendisine güvenilen insan son tahlilde güvenli bir toplum inşa etmekle de mükelleftir. Zira İslam, dininin özü emanet emniyet ve güven üzerine inşa edilmiştir
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız