Ayette sağırlık, dilsizlik ve körlük özellikle ve bu sıraya göre zikredilmiştir. Zira insan için işitme duyusu anlama ve kavrama için en önemli duyudur. İşitme duyusundan mahrum olma beraberinde dilsizliği de getirir. Konuşamama ise insanın kendini ifade edememesi, anladığını anlatamaması demektir. Ayetin sonunda onların akletmeyen kimseler olduğu söylenmiştir. Çünkü duyamayan, anlayamayan ve göremeyen kimseler; düşünüp anlayamazlar.
Yüce Yaratıcı, diğer canlılardan farklı olarak insana pek çok özellik bahşetmiştir. İşitme, konuşma, görme, anlama, kavrama vb. İnsana düşen kendisine verilen bu özelliklerini hayır ve hakta kullanmasıdır. Aksi takdirde bu özelliklere sahip olma ile olmama arasında bir fark kalmayacaktır. Üstelik bu organlar yerli yerinde kullanılmadığı zaman bunların vebali ağır olacaktır.
وَمَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذِي يَنْعِقُ بِمَا لَا يَسْمَعُ إِلَّا دُعَاءً وَنِدَاءً صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
"İnkâr edenlerin durumu, çağırma ve bağırmadan başkasını duymayarak haykıran gibidir. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bu yüzden akletmezler." (Bakara, 2/171)
İnsan yaratıldığı andan itibaren hakikat çağrısı hiç eksik olmamıştır. Yüce Yaratıcı, ilk insanı ilk peygamber kılmış, ona ilk kitabını vermiş, ona vahyetmiş, bu şekilde hakikatin gür sedası kâinatta çınlamaya başlamıştır. Peygamberler ve onların izini takip eden davetçiler hiç eksik olmamış, tepkilere ve tüm engellemelere rağmen insanları hakikate çağırmaya devam etmişlerdir.
Bu çağrıya icabet edenler olduğu gibi, bu çağrıya kulaklarını tıkayanlar, gözlerini kapatanlar, onu anlamak istemeyenler ve ona karşı çıkanlar hep olmuştur. Bunların isimleri, karşı duruşları ve tepkilerinin dozu farklı olsa da bunlar hep olmuştur. Tabiki onların sayısal çoğunluğu, insan ve cin şeytanlarıyla birlikte hareket etmeleri hakikatin sesini kesmeye yetmemiştir. Zira hakikatin ve hakikat davetçilerinin arkasında onun sahibi Yüce Allah olmuştur. O, gerçeğin düşmanları istemese de nurunu tamamlayacağını taahhüt etmiştir: "Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek isterler. İnkârcılar ne kadar istemeseler, Allah nurunu, dinini tamamlayacaktır." (Tövbe, 9/32;Saf, 61/8)
Konumuz olan ayet, hakikatin sesini kısmak, susturmak, engellemek isteyenleri hayvanlara benzetir. Sahipleri yahut çobanlarının sözlerini anlamayan hayvanlar. Çoban üflediği kaval sesiyle yahut çıkardığı anlamsız sesleriyle hayvanları toplamaya, durdurmaya, sevk etmeye çalışır. Çoban dur, gel, git dese de bu söylenenlerin hayvan için çok da fazla bir anlamı yoktur. Hayvan sadece içgüdüsü ile duyduğu sese tepki verir. Bazen ses yeterli olmaz, bu sefer çobanın sopası yahut bizatihi koşup gelmesi hayvana yön verir. Çoban, karşısındaki hayvana sesini duyurmak için bağırır, koşar yanına yaklaşır, hayvandan istediği olumlu tepkiyi alamayınca, sesini ona duyuruncaya ve o sesle istediğini yaptırıncaya kadar koşturur. Tekrar tekrar seslenir. Davetçi de bu azim ve kararlılıkta olmalıdır. Sesini duymazdan gelenler, onu yıldırmamalı, yolundan vazgeçirmemelidir. Bütün bu uğraşılarına rağmen sonuç alamazsa da asla pişman olmamalı, vazifesini yapmanın huzuru içerisinde farklı cephelerde, farklı muhataplarla davet yolculuğunu sürdürmelidir.
Ayette geçen duâ kelimesi yakında olana sesleniş, nidâ ise uzakta olana sesleniştir. Bu sebeple uzaktakilere namaz vaktini bildiren ezan için nidâ denmiş; bize bizden daha yakın olan Rabbimize yakarışımıza da duâ denmiştir.
Yine ayette sağırlık, dilsizlik ve körlük özellikle ve bu sıraya göre zikredilmiştir. Zira insan için işitme duyusu anlama ve kavrama için en önemli duyudur
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız