Hiç şüphesiz insanlar karakter ve şahsiyete hayran olur, sağlam karakter ve şahsiyetin peşinden giderler. Çünkü sağlam bir şahsiyetin sergilediği en küçük hâl ve davranış, bazen en hikmetli sözlerden bile daha tesirlidir.
Manevi fetih ordusu olan velîler, gönül âlemlerinin zenginliğini, yeni fethedilen ülkelerin her karış toprağına olduğu kadar, insanların kalplerine de nakşetmişlerdir. Böylece yeni fethedilen topraklarda yaşayan gayr-i müslimler, Osmanlı halkının ahlâkına, bilhassa da merhamet ve şefkat duygularına hayran kalmış ve bu keyfiyet de, onların İslam'la şereflenmelerini kolaylaştırmıştır.
Yaşanmayan ve örnek davranışlarla misallendirilmeyen hakikatler, kuvveden fiile, teoriden pratiğe çıkma imkânı bulamaz. Yani hayata geçirilmeyen fikirler, ebediyen kitap satırları arasında kalmaya mahkûm olur.
Bu sebepledir ki ahlâk ve fazilette kulluğun zirvesi ve beşeriyete en büyük mürebbî (terbiyeci, eğitimci) olarak ihsan edilen Efendimiz (sav), İslâm'ın yüce prensiplerini sadece ifade etmekle kalmamış, onları bizzat kendi hayatında tatbik ederek insanlığa takdim etmiştir. Bu, Efendimiz (sav)'in bütün insanlığa telkin ettiği en mühim ve en büyük eğitim metodu olmuştur.
Böylece Hazret-i Peygamber'in ifade ve davranışları, en mükemmel örnekler manzumesi hâline gelmiştir.
Buna mukabil, akılları vahiy ile terbiye edilmemiş filozofların ise, içtimaı sulh ve sükûn ile ahlâk namına ortaya koydukları -müspet veya menfi- fikirler, çoğunlukla kütüphanelerin tozlu raflarındaki kitaplarda kalmış, hayata intikal edenlerinin de ömürleri gayet kısa sürmüştür. Zaten bu filozoflar, söylediklerini kendi hayatlarında da başka insanlar üzerinde de örneklendirmekten âciz kalmışlardır.
Meselâ Aristo, ahlâk felsefesinin birtakım kânun ve kurallarının temelini atmış olmasına rağmen, vahyin rehberliğinden uzak olduğu için, onun felsefesine inanıp hayatına tatbik ederek saadete kavuşmuş, tek bir kişi bile görmek mümkün değildir. Yine Fârâbî'nin hayâlinde canlandırdığı "fazîletler şehri ve ideal toplum"a dair fikirlerini ihtiva eden en mühim eserinin bile, tatbik imkânı olamamış, o fikirler de, kitap satırlarından dışarıya çıkamamıştır.
Çünkü bunlar, yaşanarak yazılmış ve söylenmiş gerçekler olmadığı gibi, kaleme alındıktan sonra da yaşanabilen özelliklere sahip olamamıştır. Oysa Hazret-i Peygamber (sav) Efendimiz, risâlet vazifesine başlamadan önce kendisini herkese sevdirmiş, halkın kendisine "Sen el-Emîn ve es-Sâdık'sın!" demelerini gerektiren mükemmel bir şahsiyet sergilemiş ve O, tebliğine böyle bir kimlik ve şahsiyet tescilinden sonra başlamıştır.
Bu sebeple bir eğitimcinin sözleri ile hâl ve hareketleri arasında bir zıtlık olmamalıdır. Nitekim Allah Teâlâ; kişinin sözü ile özünün, konuştuklarıyla yaptıklarının birbiriyle tezat teşkil etmemesini emretmiş ve bu hususta şöyle buyurmuştur:
"Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır
Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız